Başlık, Osmanlıca. Anlamı şu: “Tarafsızlıkta selamet vardır...”
Doğru vardır. Mesele selametse yani, vardır, doğru.
Sanırım herkes gibi referandum meselesinden bezmiş biri olarak artık hadisenin başka taraflarını düşünmeye başladım. “Yetmez ama hayır”cı değilim ne de olsa, “sakin hayır”cıyım, düşünebiliyorum yani. “Hayır”a yakın boykotçuyken, boykota yakın “hayır”cı olduk, malum. Böyle durumlarda “döneklik”, biliyorsunuz, yanında bedava geliyor. Onu da olduk şu ahir ömrümüzde. Söyleyen dostların canları sağolsun!
Velhasıl “Yediğim darbelere bak” buhranlarında yuvarlanırken şu “oyuna katılmamak” meselesi üzerine düşündüm.
BOYKOT SANA YAKIŞIYOR!
Boykotçu bir ahbabım, “Boykot sana daha çok yakışıyordu. Eğer ırkçı ve şoven politikalar galip gelirse bu sürecin sonunda ‘hayır’ oyunun sorumluluğunu taşıyacaksın” dedi. Kanım dondu. Bu durumda “oyuna katılmama” tavrının, sorumluluğu azaltıp azaltmadığını düşündüm. Ya da referandumda “hayır” diyenlerin eğer hakikaten memlekette vahim şeyler olursa konuşma haklarının olup olmayacağını.
Bu korku tüneli cümlesine karşı argüman geliştirmekte mesele yok. Sayfa sayfa yazarım “Evet” diyenlerin nelerden sorumlu olacağını. Ya da “Ben bu oyunda yokum!” diyenlerin sorumluluğunu eteklerinden silkelemiş olmayacaklarını. Ama mesele o değil. Ben şimdiden 13 Eylül günüyle ilgili tavrımı belirteyim dedim.
TAMİRAT
Bu referandum süreci boyunca Kürt meselesinin muhalefetle iktidar arasında ateş topu gibi, kimin elinde kalırsa onu yakar misali, atılıp tutulmasından müthiş rahatsızım. Meselenin kesilip biçilip, iğdiş edilip “Teröristle kim masaya oturdu?” cehalet düzeyine indirilmesi, yaşamış ve sonuna gelmiş olduğumuz sürecin verdiği en büyük hasarlardan biri. Bu söylemden şimdi geri, başladığımız yere nasıl yürüyeceğiz, bilemiyorum. Evet, hayır ya da boykot, kim ne oy verirse versin 13 Eylül sabahından başlayarak Türkiye’de demokrasi üzerine derdi olanların beraberce kafa patlatması gereken konu bu olacak. Ben elimden geleni hep yaptım, yine yaparım. Ama “evet”çilerin, yetmez ama “evet”çilerin de aynı gayretle bu işe sarılmasını bekliyorum. Bunu samimiyetle umut ediyorum. Boykotçuların ise zaten oyunun başaktörü olması gerektiği ortada.
DİL TEDAVİSİ
Süreç boyunca yaşanan diğer bir saçmalık, rahibe, soy sop tartışması ekseninde iliklere sinmiş ayrımcılığın ortalıklara serilmesiydi. Orada da çok kalp kırıldı. Alevilerden Ermenilere, rahibelerden bilmem artık kimlere kadar birçok kesim aşağılandı. Oralarda da bozuldu ayarımız. Tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi oralarda da ciddi tamirat gerekecek. Kınalıada Belediyesi’ndeki AKP’li ve CHP’lilerin beraber “Hrant Dink Çocuk Parkı” kurması (En içten sevgilerimi yolluyorum onlara) örneğindeki gibi beraber tedavi etmemiz gereken bir dil, bir zihniyet var ortada.
ADALET HANESİ
Başka bir mesele de... Hakkâri’de uzman çavuşun arabasına taşlı saldırı düzenleniyor. Dağdan 9 tabut gelmiş, gösteriler yapılırken oluyor bu. Uzman çavuş da ateş açıyor ve 13 yaşındaki Vedat Turan başından yaralanıyor. Vedat’ı götürdükleri hastanenin önünde halk ve polis çatışıyor...
Şimdi hangimizin sorumluluğu az olacak 13 Eylül’de? Ya da mesele selamette kalmak mı? Ezcümle, şunu demek istedim: Ben sorumluluğu alırım. Herkesin de sorumluluğuna sahip çıkmasını beklerim. Nihayetinde çünkü, 12 Eylül’de hangi haneye basarsak basalım mührü, aynı hanenin sorumluluğunu taşıyor olacağız yine. Ben orada, o hanede olacağım, herkesi beklerim... Adalet, eşitlik ve özgürlük, vicdan hanesi, malum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.