10 Ağustos’un ardından Selahattin Demirtaş’ın CB seçiminin Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra diğer “kazananı” olduğuna dair çok sayıda yorum yapıldı. Demirtaş, Erdoğan’ın oylarını şişiren anket şirketlerini de morartarak aldığı yaklaşık yüzde 10 oy ile “bir ihtimal daha var” dedirten bir başarının sahibi oldu.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, diğer adaylara kıyasla son derece kısıtlı imkânlarla yürüttüğü kampanyada verdiği mesajlarla hem iktidar partisine nasıl etkili bir demokratik muhalefet yapılabileceğinin ve hem de “ulusalcı” çevrelerin hâlâ olmadık aşağılayıcı ifadelerle küçümsediği insanlara ulaşmanın nasıl mümkün olabileceğinin parlak bir örneğini verdi. Ve bunu, bazı çevrelerin beklentilerinin aksine, Kürtlerin hakkı-hukuku deyip başka hiçbir şey dememek gibi kendisi açısından en kolay yolu tercih ederek değil, Kürt sorununun barış, demokrasi, birarada yaşama sorunlarımızın bir parçası olduğu mesajını güçlü şekilde vererek yaptı. Ezilenlerin, emekçilerin, bütün “ötekilerin” sorunlarına sahip çıktı, Türkiye’nin sorunlarını demokrasi içerisinde çözmesinin AKP’ye mahkûm ve mecbur olmak demek olmadığını ortaya koydu. Kendisine (ve HDP’ye) oy vermeyen insanlarda da ilgi ve sempatiyle karşılandı.
Demirtaş, CHP içindeki sosyal demokrat kişilerde de sempati yarattı. Rıza Türmen’in “Demirtaş’ın söyledikleri CHP’nin söylemi olmalı” şeklindeki sözlerinin birçok CHP’linin hissiyatını yansıttığını biliyorum.
Ama sonuçta bu bir seçimdi ve bitti. Kuşkusuz diğer partiler gibi HDP de kendi bünyesinde seçim sonuçlarını değerlendirmektedir. “Meclis’te anamuhalefet rolünü artık HDP üstlenecektir” (Pervin Buldan) sözleriyle ortaya konulan iddia, önemlidir ve fakat içinin doldurulması gerekmektedir.
Siyasi yelpazede ciddi bir demokratik seçenek boşluğu var. Erdoğan ve AKP’nin başarısı, biraz da bu boşlukla ilgilidir. AKP iktidarlarının ilk iki döneminde kazandığı seçimler, bugünlerde gözünü yeniden Genel Başkanı koltuğuna diktiği izlenimi veren Deniz Baykal CHP’sinin “rejim elden gidiyor, laiklik tehlikede” konseptinin eseridir. CHP bu kafayla yüzde 10 barajına takılacak bir gidişat içerisindeyken hâlâ içyüzü açığa çıkarılamayan bir “operasyon” sonucu CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu dönemi başladı. CHP içerisindeki ultraulusalcılar aksini iddia etse de CHP’nin yüzde 30’a yaklaşan oy potansiyeli, başörtüsü, Çözüm Süreci gibi konularda Kılıçdaroğlu’nun “tipik CHP” zihniyetinden farklı tutumlar alabilmesinin başarısıdır. Ne var ki bu yukarıya doğru umut vererek tırmanan bir başarı da değildir. Çünkü 6 Ok ideolojisi ancak bu kadar halka ve demokrasi ihtiyaçlarımıza yaklaştırılabilmektedir. Yine de diyelim, gündemdeki kurultayın sonuçlarını görmek gerekecektir.
HDP, Selahattin Demirtaş’ın yürüttüğü kampanyaya damgasını vuran mesajları bir “çizgi” hâline getirebildiği ölçüde bu boşluğu doldurmaya adaydır. Bunu şartların önüne koyduğu bir “fırsat” ve “sorumluluk” olarak değerlendirme başarısı, sadece Türkiyelileşme iddiası bakımından değil Türkiye için de bir “şans” olacaktır.
Bunun için de sağlıklı, işleyen bir demokrasi ve eşit, özgür, barış içerisinde bir Türkiye özlemi boşlukta kalmış kesimlere ulaşmak, kendini anlatmak ve toplumdaki hâkim iktidar algısını (“bunlar da çalıyor ama çalışıyor abi”) değiştirmek gibi bir yükümlülükleri var.
Tarih kendi başına ilerlemez; onu ilerleten büyük düşünce ve iddiaların yön verdiği yürüyüşleri göze alanların uzun soluklu çabalarıdır...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.