Seçim günü yaklaştıkça sıcaklık artıyor, tartışmalar, tahminler çeşitleniyor.
Bu seçimler, ülkenin 2013 Baharı'ndan bu yana yaşadığı gerginlik ortamının, muhtemelen düne oranla daha çok etkisi altında olacak.
Bundan önce yapılan iki seçim, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri söz konusu gerginliklerin en sıcak noktasında, mücadelenin tam ortasında yapılmış, seçmen keskin tercih ortamında hareket etmişti.
Kutuplaşma bu kez de belirleyici bir unsur olmaya devam edecektir.
Ancak buna bu kez yukarıda altını çizdiğimiz, “seçmenin kriz dönemine mesafe alarak değerlendirme yapması olarak” ifade edilebilecek bir unsurun ekleneceği açıktır.
Bu, belli bir oranda ancak iktidar ve muhalefette dengeleri etkileyebilecek sayıda bir seçmen kitlesinin, son 1,5 yılın gelişmelerini Gezi olaylarını, 17-25 Aralık hadiselerini, yolsuzluk tartışmalarını, çözüm sürecini, başkanlık sistemi tartışmalarını, AK Parti içinde yaşanan gelişmeleri siyaset tartısına koyması demektir.
Nitekim özellikle HDP'nin yaşadığı hareketlenme söz konusu tartının sadece siyasi iktidar açısından değil, muhalefet açısından da devreye gireceğini, belirleyici olacağını gösteriyor.
Nitekim araştırmalar seçimlere ramak kala “düşünen seçmen sayısı”nın hala çok yüksek olduğunu gösteriyor. CHP'den HDP'ye anlamlı bir kayış ihtimaline, HDP'nin buna rağmen barajın tam ucunda durduğuna, AK Parti seçmeni içinde ise yüzde 8-9'luk bir kararsız kitlenin bulunduğuna işaret ediyor.
Muhtemel sonuçlar açısından anlamı ne bunların?
Her türlü ihtimalin mümkün ve bunların gerçekleşme ihtimallerinin de birbirine çok yakın olması…
Örneğin HDP yarım puanla baraj altında kalırken, AK Parti ise yüzde 44-45 civarında bir oyla, hakim parti görüntüsünü koruyup, gücünü tazeleyebilir.
Buna karşın HDP yarım puanla barajı geçebilir, AK Parti, birkaç puan eksikle, yüzde 42-43'de kalabilir ve bu kez bırakın gücünü tazelemeyi tek başına iktidar olma imkanından bile uzaklaşabilir.
Bu iki durumu ortaya çıkaracak arasındaki yüzde farkı çok az, ifade ettikleri siyasi fark ise çok büyüktür. Ve biliyoruz ki, her iki durumun da gerçekleşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Şöyle de bakılabilir: Yüzde 10'luk baraj faktörünün de etkisiyle büyük oy kaymaları olmadan, yüzde ve seçmen anlamında partiler büyük kayıplar ve büyük kazançlar yaşamadan, iktidar ve muhalefetteki yeni denge arayışlarının öne çıkabileceği, bu çerçevede siyasi dengelerin değişebileceği, en azından yenilebileceği bir eşikteyiz.
Bu açıdan ilk kritik husus şudur: Belirleyici olan seyyal yüzde 10'luk kesim olacaktır. 1,5 yıllık krizler serisinin ciddi olarak etkilediği seçmen dilimi bu yüzde 10'luk kesim olarak karşımıza çıkıyor. Ancak seçimin son haftasında girdikçe bu kitle üzerinde etkili olacak bir diğer faktörün, istikrar (tek başına iktidar) ile istikrarsızlık (azınlık hükümeti, koalisyon) gibi çağrışım ve ihtimal arasında tercih meselesi olabilir.
İkinci kritik husus ise katılım oranıdır. Seçimlere katılım arttıkça AK Parti'nin, azaldıkça HDP'nin şansı artacaktır. Katılım oranı son genel seçimlerde yüzde 87'in üzerinde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise yüzde 73 civarındaydı. HDP'nin barajı geçmek için yüzde 85'lik bir katılımda 4,5 milyon civarında, yüzde 70'lik bir katılımda 3,5 milyon az üzerinde bir oya ihtiyacı var.
Aradaki fark ciddidir…
Siyasette bir hareketlenme olduğu muhakkak…
Ancak bu, ne muhalefetin abarttığı kadar büyük, ne siyasi iktidarın sandığı kadar küçük bir hareketlenmedir.
Türkiye seçmen açısından, istikrarı önemsemek kadar, yenilenme istikametinde bir dizi arayış ve hesaplaşma dönemine giriyor.
Geldiğimiz siyasi aşamada bundan daha doğal bir şey olamaz…
Siyasetçiler için şapkaları öne koyma zamanı…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.