Seçim mevsimi bildik senaryo ile başladı. İktidardaki parti devletçi ve milliyetçi argümanlara daha sıkı sarılıyor; kendi dışındaki herkesi 'hain' ilan etme halkası yeni yeni çevrelerle genişlerken, 'kriz' sözcüğü bilinçli olarak telaffuz edildi. Noam Chomsky ve daha nice düşünürün neoliberal hükümetlerin en önemli argümanlarından biri olduğunu ifade ettikleri 'istikrar' kavramı hızla dolaşıma sokuldu.
İstikrar ve kriz kavramlarının bir arada telaffuzu yeterince korkunç değilmiş gibi, sürekli olarak Milli Güvenlik Kurulu diliyle kurgulanmış haber bültenleriyle etrafımız sarılmış durumda. Devletin ve hükümetin bu kadar gönülsüz, halkın da bir o kadar gönüllü biçimde sandığa gitmesinden kaynaklı bir çelişki yaşıyoruz. Üstelik geçen 'İç Güvenlik Yasası' ile birlikte devletin bu malum çelişkiyi derinleştirmek istediğini de görüyoruz. Taşlanan seçim büroları, yakılan parti bayrakları, pompalı tüfekle saldırıya uğramış bir genel merkez ya da ailesi olduğunu söyleyen bir grup erkekçe aforoz edilen genç bir kadın seçimler için kolay kolay demokrasi şöleni tanımını kullanamayacağımızın kanıtları.
Öte yandan da herkesin sormakta ısrarcı olduğu sorularla boğuşuyoruz.
Bir: Halkların Demokratik Partisi seçime neden parti olarak giriyor?
Kitleselleşmiş, adayı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %10’a yakın oy almış bir partinin parti olarak seçime girmesine dair tartışma birçok bağlamda barajın meşruluğu, partinin gayrimeşruluğu üzerine bir tartışma. Bu bağlamda bu tartışmayı yapmak bana HDP’nin neden kurulduğunu, demokrasi güçlerinin ona neden omuz verdiğini yanlış anlamak ve anlatmak gibi geliyor.
İkinci soru da şu: Barajı geçemezseniz ülkeyi mi böleceksiniz?
İktidar partisinin bile Kürtçe şarkı yapacak kadar Kürt sorunu ile tanışmasını sağladık, gerçi aralarında hala inkar evresinde olanlar var; ama biz HDP’yi kurarak Kürt sorunundan fazlasıyla ilgili sözümüz olduğunu kanıtladık, belki de bu seçimler bunun somut kanıtı olarak geçecek tarihe. BDP’yi bölge partisi olduğu için eleştirenler, şimdi de HDP’yi Türkiye partisi olduğu için eleştiriyor. Belli ki bir şeyleri doğru yapıyoruz; belli ki birileri bizi dinliyor, anlıyor ve bize dair ümit besliyorlar. Şükür ki biz Türkiye’ye baktığımızda ilkokullarda duvara asılan türden toprak bölümlenmesine dair bir harita değil, birlikte yaşayan insan yüzleri görüyoruz. Bu birlikte yaşayan ve bu yönde irade gösteren insanların barış umuduna dair soru, bize değil bu barışı istemeyenlere sorulmalı. Belki onlar yıllardır reddettikleri bu barış için bizim bilmediğimiz bir çözüm geliştirmişlerdir.
Klişe soruları geçtiğimizde karşımıza bir de gerçekçi sorular çıkıyor:
Bu seçimler hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce demokrasi açısından umut taşıyabilir miyiz?
İnsanlara dair umudu olmayan bir parti olmadığımız ortada. İnsanların umut beslediği bir parti olduğumuz da. Yine de bu birçok olumsuz gelişmeyi yok sayan, inkarın ve riyanın kol gezdiği bir düzeni görmezden geldiğimiz anlamına gelmiyor. Toplum ile devlet arasındaki bağ varsayıldığı kadar kalın ve kuvvetli değil. Devletçi söylemin toplumu borçla ve harçla muhtaçlaştırması, kapitalizmin sömürüyü derinleştirmesi dışında bugün toplum ve devlet arasındaki bağları sıkılaştıran bir şey yok. İnsanların hem kendilerini hem kentlerini yönetmeleri konusunda çıktığımız yolculuğa radikal demokrasi derken bu kırılganlaşan bağlara güvendik, güveniyoruz. Bahsettiğimiz şey devletin ve devlet politikalarının almakla ilgili olmaktan hizmet vermekle ilgili olmaya dönüştüğü, toplumsal inisiyatiflerin ihtiyacın belirlenmesinde ihale kollayan akbabalardan daha etkili olduğu bir döngü yaratmak.
Çünkü Türkiye’de şu an insanlar sıkışmış durumdalar. Bankalar ile vergi daireleri arasında süregelen uzun koşuşturmalar insanları mutlu edemez. Devlet hastanelerinde düşmekte olan hizmet kalitesi, özel sigorta gereksiniminin ve özel hastanelerde tedavi olma ihtiyacının artması gibi birçok gösterge bize şirketlerin eline tamamıyla teslim edilmiş, devletin tembelleştiği ve yurttaşın aleyhine işleyen bir tabloyu gösteriyor. Devlet toplumun en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. Sosyal politikalar kısa vadeli çözümlerden ötesini sunmuyor.
Bu tablodan iktidar tarafından toplumsal bir umut çıkmayacağı ortada, hatta ciddi bir çöküş yaşanıyor. Neoliberal strateji ve AKP’nin dayandığı geleneğin genel olarak ortaya çıkardığı politikanın otoriterliği bunu bize açıkça gösteriyor. ‘’Türkiye diktatörlük olsaydı o gazeteyi basabilir miydiniz, o tweet’i atabilir miydiniz’’ seviyesine düşen bir iktidar savunusu piyasaya sürülmüş durumda. Örtük bir tehdit de içeren bir savunu bu. 'Yetinin ve çenenizi kapayın' demeye getiriyorlar. Tıpkı bize '30 küsur vekille yetinin ve hesaplarımızı bozmayın' demeye çalıştıkları gibi. Tabii burada bir başka tuzağa da düşmemek gerekiyor. AKP içerisindeki çelişkilerden medet ummak, bana kalırsa birçok anlamda yine ibreyi AKP’ye çeviren bir perspektif. Oysa Yeni Yaşam Bildirgesi diye bir şey koyduk ortaya. Başka partilerin farklı planları var. Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın öcüleştirdiği 'koalisyon' kelimesi telaffuz ediliyor. Bu şartlar altında Davutoğlu ne dedi, Erdoğan ne yaptı, tartışması seçim gündemi dahilinde günlük siyasetimizin konusu olmamalı; ama Sayın Öcalan’ın sürekli vurguladığı ‘ciddiyet’ kavramını anımsatmakta fayda var. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere her alanda ciddiyet şu an en çok ihtiyacımız olan şey. Üstelik bu, -3 derecede okul bahçesinde şimdi kalkmış olan ‘andımızı’ dayak zoruyla hazırolda söyleme ciddiyetinden çok daha mühim, çok daha anlamlı bir ciddiyet. Yaşam hakkı ve demokrasi ile ilgili bir ciddiyet sözünü ettiğimiz.
Biz umutlu ve renkli olduğu kadar ciddi bir parti olarak hazırlanıyoruz seçimlere. İnkara karşı gerçeğin, riyakarlığa karşı şeffaflığın, tanka karşı güvercinin, buldozere karşı ağacın hikayesini anlatmak dünyaya pembe gözle bakmak değildir. Aksine, bu bizim dünyayı ve ülkeyi kaynaklarını sömürenlerden çok daha incelikli bir şekilde düşündüğümüz anlamına gelir.
HDP insanların hazırolda beklemeyeceği bir Türkiye hedefiyle giriyor seçimlere. Hiyerarşinin ve yolsuzluğun her türlüsüne karşı bir ses olarak. Umuyorum, Türkiye’nin üstünden geçmeye hazırlanan buldozerin önünde birlikte duracağız. (anf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.