Seçimler yapıldı, Ak Parti’nin yüzde 50’ye yakın oyla 317 milletvekili kazandığı açıklandı.
YSK kesin sonucu bu hafta yayımlayacak.
Türkiye geneli ve il sonuçları yorumlanıyor. Nerede hangi partinin oy kazandığı, nerede niçin kaybettiği irdeleniyor; ancak oy vermeyi etkileyen genel durum ve davranışlara çok az değiniliyor.
Bu yılın ilk yarısı, genel seçim çalışmaları ile geçti. İkinci yarının beş ayı da “tekrar seçim” ile geçti.
1950 yılından beri, seçimin temel ilkesi, "serbest, eşit, tek dereceli genel oy esaslarına göre yapılması"dır. Seçmen oyunu kendisi kullanır, oy gizli verilir, oyların sayımı, dökümü ve tutanaklara bağlanması açık olarak yapılır.
2015 seçimlerinde bu ilkelere saygı gösterildi mi?
İki seçimde de, ilk kez genel oyla seçilen Cumhurbaşkanı; kimin, hangi yetki ve kaynakla düzenlediği bilinmeyen gösterişli mitinglerde; dış ülkeden gelen misafirlerle birlikte girdikleri basın toplantılarında; “Cumhurbaşkanlığı külliyesinde” organize buluşmalarda, değişik kurumların düzenlediği toplantılarda; uygun düşüp düşmediğine bakmadan, AK Parti’ye oy verilmesini, özellikle HDP’ye oy verilmemesini istedi!
Bütün konuşmalarında, bağımsız ve tarafsız Cumhurbaşkanının bir partinin yanında diğer partilerin karşısında yer aldığı açıkça anlaşıldı.
Diğer taraftan, Ak Parti’nin kullandığı kaynakların diğer partilerin kullandıklarıyla karşılaştırılamayacağı açıktır. Ak Parti’nin lehine sonuç almak için, hangi kanallarla hangi ilişkiler içine girildiği belirsizdir.
İktidar partisinin propaganda toplantılarında, bir yanıyla yasalara aykırı unsurlar bulunmaktaydı.
Özellikle son beş ay içinde, Cumhurbaşkanı ve başbakan, “terör olayı” olarak adlandırdıkları olayları gösterip, açık açık, “malum partiye” oy verilmemesi gerektiğini söylemişlerdir.
İki kampanya boyunca; gazete, internet ve televizyon kanallarının yayını adeta bir partiye aşırı oranda öncelik ve yer verilmesi sağlandı! Yazarlar korkutuldu!
Yayınların adalet, eşitlik ve serbestlik içinde yapılmasını düzenleyen YSK kararları uygulanmadı.
Bu yazdıklarım, seçim propagandalarının eşitlik içinde yapılmadığını göstermeye yeter.
Bu özeti yaptıktan sonra, seçim propagandası ve seçim işlemlerinin, ne kadar yasal olabileceğine bakabiliriz:
2015 yılında yapılan iki seçimin de, "eşit" ve "serbestçe" yapıldığı iddia edilemez.
Böyle bir durumu yasalarımız öngörmüş ve iktidarın bu tip davranışlarını önlemek için ayrı bir itiraz yöntemi tanımlamıştır. “Olağanüstü itiraz” denilen bu itiraz yöntemi, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 130’uncu maddesinde şöyle tanımlanmıştır:
"Siyasi partilerin il başkanlarıyla genel merkezleri veya bağımsız aday tarafından tutanağın düzenlenmesinden sonra (7) gün içinde seçimin neticesine müessir olaylar ve haller sebebiyle yapılan itirazlar, seçimin sonucu hakkında kesin karar vermek yetkisine sahip olan kurullarca, seçimin neticesine müessir görüldüğü takdirde, alt kademelerce verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması veya kurullara derece derece ve müddeti içinde müracaat edilmemiş olması, bu itirazın incelenmesine ve reddine sebep teşkil etmez."
Bu madde, "Seçimin sonucunu etkileyen olaylar ve haller" varsa, olayın üstünden çok vakit geçmiş, bunlardan birine karşı itiraz üzerine karar verilmiş ve belli koşullarda yetkili kurullara başvurulmuş olmasına bakılmaksızın, YSK'ya itiraz edilmesini düzenlemektedir.
Siyasi partilerimizin olağanüstü itiraz yolunu kullanacakları hakkında henüz bir haber görmedim. Yapılır veya yapılmaz bilmem, ama 2015 seçimlerinde, "eşitlik ve serbestlik" ilkesinin ihlal edildiği açıktır.
Propagandası bu kadar adaletsiz olan bir seçimin sonucuna "halkın tercihi" veya "milli irade" denilebilir mi?
Yüksek Seçim Kurulu 1963'te, olağanüstü itiraz üzerine verilen karara karşı itiraz üzerine verdiği kararda, bu sorunun cevabını vermiştir:
“İtirazcı son olarak, Milli iradeye aykırı bir durumun ve itirazın şüphe ile karşılanması gerekeceğini ileri sürmüştür. Milli iradenin ne şekilde meydana çıkacağını, Anayasa ve seçim yasaları açıkça göstermiş bulunmaktadır. Bir aday Anayasada ve seçim yasalarında açıkça konmuş bulunan hükümlere göre seçilmemiş ise, Milli irade onun yararına değil, ona karşı tecelli etmiş demektir. Bu sebeple bu itirazın da reddi gerekir.” (YSK'nın 5.12.1963 tarihli ve 669 No'lu kararından)
2015 seçimlerinde, halkın ortaya koyduğu milli irade midir?
Bütün partiler eşit kaynak ve imkana mı sahipti?
Eğer bu kadar farklı kaynak kullananla kullanmayan eşit sayılacaksa, propagandanın hiçbir değeri ve etkinliği yok demektir; propaganda yapılmasıyla yapılmaması arasında oy bakımından fark yoktur! İnsaf, gerçekten böyle midir?
Durumun vahametini halka gösterecek olan muhalefet partilerinden bir ses çıkmadı.
2015 seçimlerinde, "seçimin neticesine müessir olaylar ve haller" sayılamayacak kadar çoktur. Seçimlerin başlangıcından sonuna kadar bütün olayların belgelenmesi, belgelerinin nerede bulunduğu tespit edilip, YSK'na zamanında itiraz edilebilmelidir.
Bu itirazda, kimse kişisel olarak suçlanmamalıdır; amaç kişilerin suçlanması değil, seçimde eşitlik bulunmadığının ortaya konulmasıdır.
Yasal olup olmadığına bakmadan, şu parti oylarını şu nedenle arttırdı, şu partiler de oy kaybetti diyerek, siyasal sonuçlar çıkarmak haksızlıktır; öncelikle halka haksızlıktır.
Bana göre 2015 seçimleri eşitlik ve serbestlik içinde yapılmamıştır; hukuk gözardı edilmiş, uygulanmamıştır.
Seçmen, eşitlik bulunmayan adaletsiz seçimde, alınabilecek en iyi sonucu almıştır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.