Sohbaharla birlikte iki mesele ağırlığını iyice hissettirmeye başlayacak.
'İlki', şüphe yok, Kürt meselesidir.
Bu açıdan bir yanda 'yalpalayan' bir çözüm süreci var, öte yanda Ortadoğu'da bir Kürt hare- ketlenmesi...
Bu hareketlenmeden başlayalım. 15 Eylül'de Erbil'de Uluslararası Kürt Konrferansı toplanacak. Türkiye, İran, Suriye'nin Kürt hareketi temsilcilerinin 600 delegeyle katılacağı bu toplantı derin bir siyasi anlam taşıyor. Sözünü ettiğimiz farklı Kürt hareketleri arasında oluşmakta olan siyasi ağ ve ortaklaşmadır.
Şöyle:
Bundan böyle her Kürt hareketi ve bu hareketlere 'ev sahipliği' yapan her ülke, kendi stratejisi açısından, bu siyasi ağın ima ettiklerini göz önünde bulundurmak zorundadır.
Nitekim Kandil bunun ilk belirtilerini veriyor. Gazetelerde yer alan bir haber, Bayık'ın şu sözlerine yer veriyordu: '1 Eylül'e kadar adım atılmazsa süreci askıya alırız. Ancak tekrar silahlı mücadeleye dönmeyeceğiz. Başka yollar var...'
Bu sözlerin Ortadoğu'da oluşmakta olan Kürt perspektifinden bağımsız olmadığı açıktır.
'Çözüm sürecinin yalpalaması' ise bu noktada daha kritik hale geliyor. Zira mevcut süreç Türkiye'ye sorunu kendi sınırları içinde halletme, bu açıdan bir model oluşturma, bu model üzerinden demokrasi seviyesinde sıçrama yapma imkanı veriyor. Tersi durum ise, açıktır ki, sorunun çapı ve aktörlerinin çeşit- lenmesi, demokratik birlikte yaşama modelinin askıya alınması ve ülke genelinde demokraside çıta düşmesi anlamına gelir.
O zaman teslim etmek gerekir ki, Eylül ayı ve 2013 sohbaharı gerek çözüm süreci, gerek buna bağlı olarak demokrasi iklimi, gerekse devletin gelecek angajmanı bakımından özel önem taşıyor.
Umarız Meclis'in açılmasıyla, ilgili yasaların çıkarılması ve çözüm süreci ölümden kurtarılır ve demokratik model imkanı çöpe atılmaz.
'İkinci' meseleye gelince...
Bu, ağırlığını şimdiden hissettirmeye başlayan 2014 Mart yerel yönetim seçimleridir.
Bu seçimlerin kendi çapını aşacağı muhakkaktır. Mevcut siyasi iklim, yaşanan gerginlikler ve kutuplaşma ortamı dikkate alınırsa, Mart seçimleri, iktidar için bir 'güven oyu' arayışı cemaatten CHP ve MHP'ye tüm muhalefet için 'iktidarı yıpratma arayışı' belki vesilesi olacaktır.
Nitekim daha şimdiden siyasi iktidar tüm ayarlamalarını buna göre yapmakta, çevresi buna göre konumlanmaktadır. Bu cephede 'sandık' ile 'katılımcı demokrasi talebini dile getirenler de dahil olmak üzere muhaliflere yönelik 'demokrasi karşıtı ve ötekileştirme vurgusu' öne çıkmakta, bu çerçevede kutuplaşma dili benimsenmektedir.
Siyasi muhalefet cephesinde de durum farklı değildir. Ülkedeki tüm toplumsal hareket zenginliğine rağmen, muhalefet alanında temel, hatta tek vurgu kutuplaştırıcı bir 'AK Parti karşıtlığı'dır. Gezi olayları başta olmak üzere ve bu olaylara ilişkin toplumsal hassasiyet başta olmak üzere mevcut sarsıntıları bir 'alet kutusu' olarak görmekte ve kullanmaktadır.
Bu denklem değişmezse, toplumdaki hareketlilik (dindar ve laik kesimdeki demokratikleşme eğilimi, katılımcı demokrasi talebi, mikro siyaset ve kamusal alanın kazandığı önem) siyasi aktörlere yansımaz, onları bir ölçüde kuşatmazsa 2014 yerel yönetim seçimleri, toplumun siyasete esir düştüğü bir çerçevede 'hakim parti düzeni'ne yönelik test seçimleri olmaktan öteye geçmez.
Ve ülke yeniden 'temsil ve demokrasi krizi' tartışmalarına hapsolur.
Peki, bu denklem değişir mi?
Şu aşamada denklemi değiştirebilecek tek aktör AK Parti'dir.
Nasıl?
AK Parti'nin yapısı itibariyle katılımcı demokrasi ve mikro siyaset talepleriyle kendi başına temas etmesi pek mümkün görünmüyor. Bu teması pek çok konuda olduğu gibi ancak koşullar sağlayabilir.
Bu koşulları sadece Kürt meselesi ve Kürt politikası üretebilir.
Çözüm sürecinin canlanması, yasal hamleler, demokratikleşmenin bu açıdan derinleşmesi, ufuktaki genel krizden çıkmanın tek aracı görünüyor.
Sohbaharın iki meselesi aynı kapıya çıkıyor...
Meselemiz 'demokrasinin derinleşmesi meselesi'dir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.