30 Mart yerel seçimlerinin mutlak galibi belediyelerin yüzde 61’ini kazanan AK Parti oldu. AK Parti gibi her bölgede varlık gösterebilen ve tüm Türkiye’yi kucaklayan başka bir siyasi hareket olmadığı bu seçimde bir kez daha gözler önüne serildi. AK Parti seçimi kazanamadığı illerin çoğunda da ikinci sırada yer aldı.
Birlikten, bütünlükten, kuşatıcılıktan, kucaklayıcılıktan bahseden diğer partilerin bölge partisi olarak belli yerlere sıkışmaları açık bir paradokstu. 30 Mart, hangi partinin Türkiye’nin ‘sigortası’ ve ‘çimentosu’ olduğunu ortaya koydu.
Sesi çok çıkan ve belli kurumlardaki operasyon kabiliyetiyle kendisini Türkiye’nin geleceğini şekillendirebilecek bir güç gibi algılamaya başlayan paralel yapının ise halk üzerinde ciddi bir etkisinin olmadığı gayet net anlaşıldı.
Millet hem AK Parti’nin bugüne kadarki siyasetine güvenoyu vermiş oldu, hem de geleceğe yönelik yine AK Parti’ye güven duyduğunu, AK Parti’den beklenti içinde olduğunu göstermiş oldu. AK Parti bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sorumluluk duygusuyla bu güveni boşa çıkarmamaya çalışacaktır.
Seçimlerde BDP (ve HDP’nin) toplam oyunda genel seçime göre bir düşme olduğu söylenebilir. BDP yine bölgede bir çok belediyeyi kazandı, ancak Türkiye ortalaması, beklentisinin gerisinde kaldı. Aslında BDP (HDP) yönetimi tabanına verdiği mesajda bunu Türkiye genelindeki oylarını görebilecekleri bir seçim olarak algıladıklarını, çıkacak toplam sonuca göre milletvekilliği seçiminde barajı geçip geçemeyeceklerini test etmek istediklerini belirtmişti. Ancak beklentileri karşılık bulmadı.
Tahminimce iki ana sebeple BDP daha düşük yüzdelerde kaldı.
Birincisi, çözüm sürecinin sağladığı huzur iklimi daha önce devrede olan baskı, tehdit ve gerilimi önemli ölçüde devre dışı bıraktı. Gerilim siyasetine alışan ve baskıyla güç devşiren BDP istediği oy yüzdesine ulaşamadı.
İkincisi diğer bölge ve şehirlerde iddialı olmadığı için oyları başka partilere kaydı, kendi oylarını mobilize edemediler.
Diyarbakır, Van, Mardin gibi birçok şehirdeki sonuçlar, BDP’nin beklentisinin çok gerisinde kaldı.
Haddizatında Ağrı dışında bölge genelinde seçimin sorunsuz geçmesi hangi parti başarılı olursa olsun sevindirici bir durumdur. BDP’nin demokratik siyaseti özümsemeye, bu yolu tek seçenek olarak görmeye başlaması kaçınılmazdır ve yaşanan seçim bu noktada olumlu bir adım olarak görülebilir.
Seçim sonrasında kıpırdanmaya başlayan örgütün illegaliteyi ve çatışmayı kaşımaya başlaması Öcalan’ın vurguladığı demokratik siyaset ve bu yolda önemli başarılar kazanan BDP için kötü bir durumdur.
PKK, Diyarbakır Bingöl karayolunda araç yaktı, Şemdinli’de askere taciz ateşinde bulundu, Doğubeyazıt ve Lice’de izinsiz gösteriler yaptı, Dargeçit’te petrol arama kuyusuna saldırdı. Örgütün tekrar hareketlenmeye çalışması tehlikeli bir oyundur.
Bir yanda Öcalan ‘silah devri kapandı’ diye demokrasi mesajları verirken, öte yanda örgütün silah baskısını devreye alması büyük bir tenakuz oluşturur.
Çözüm süreci dayatma ve şantajlarla yol alacak bir süreç değildir. Siyaset kurumunun yürütmesi gereken tartışma zeminini çatışma zeminine kaydırmaya, silahın dayatmasıyla siyaseti şekillendirmeye çalışmak büyük bir yanlış olur. ‘Tasfiye’, ‘oyalamaca’, ‘kandırmaca’ gibi söylemler gerçek durumu kesinlikle izah etmemektedir.
Bu aynı zamanda siyasetteki aktörlere güvenmeme, siyaseti kendi haline bırakmama görüntüsü oluşturur. BDP’yi ve bölgede elde ettiği görece başarıyı anlamsızlaştıran bu duruma öncelikle BDP’lilerin tepki göstermesi gerekir.
Sürecin ruhu, söylem merkezinin Kandil’den siyaset kurumuna kayması gerektiğini göstermektedir.
‘Silahlar sussun, fikirler konuşsun’ zeminini baltalayanlar sadece kendileri kaybederler. İradesini daha yeni ortaya koymuş olan bölge halkı da iradesine gölge düşüren bu tür sabotajları hoş karşılamaz.
Çözüm süreci, seçim atmosferindeki polemiklerin ürettiği kırılganlığa yenik düşmemiş ve daha büyük umutlarla derinleşmiştir. Umutları geliştirecek olan da meselenin asıl sahibi olan siyasetçilerdir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.