Siz, otuz yıl boyunca çocukları birbirini öldürmüş olmasına rağmen halkı iç savaşa sürüklenmemiş bir toplum biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Kürtlerle Türkler arasındaki istisnaî bağın sosyolojik hususiyetini biraz da bu gerçekte aramak gerekiyor. Ancak bugünlerde bu bağı zedelemek için büyük uğraş veriliyor.
Bu uğraşın en büyük sebeplerinden birisi PKK ve tabanının içine düştüğü telaş. "Bağımsız birleşik Kürdistan diye yola çıktık. Yıllarca savaştık, hapis yattık, işkencelerden geçtik, öldük öldürüldük; geldiğimiz nokta Kürtçe eğitim, seçim barajı, vb. bireysel haklar mı olacaktı?" diye özetleyebileceğim bir hüsrandan neşet eden bu telaş, devleti olabilecek son noktaya kadar zorlayıp masaya eli güçlü bir şekilde oturma stratejisine yol açıyor.
PKK zaten bir süredir tabanını "devrimci halk savaşı" adını verdiği iç savaş çıkarması hedeflenen duruma hazırlıyordu. Böylelikle Kürt meselesi bağlamında devleti olabildiğince zora sokarak, halkları birbirine karşı kışkırtıp batıda yaşayan Kürtleri doğuya göç ettirerek, bölgede silah zoruyla PKK egemenliğini kurmak anlamına gelen demokratik özerklik projesini hayata geçirmek amaçlanıyordu.
PKK'nın gücünü şiddet tehdidinden alan bu stratejisini BDP'li siyasetçilerden bile çekinmeden dile getirenler oldu. Örneğin Bengi Yıldız kendi polis gücünü kurmak veya vergi vermemek gibi bazı şartları ileri sürdükten sonra "Devlet ve hükümet buna karşı direniyorsa, dünyada ne oluyorsa bizde de o olacak. Kürtler zaten şu anda silahlı mücadele veriyor" diye gözdağı verebiliyordu. Yıllarca devletin zorba politikalarına maruz kalmış, tehdit ve gözdağıyla ömrünü geçirmiş bir halkı temsil etme iddiasındakilerin aynı kibir diline teslim olması ne kadar hazin...
Ak Parti'nin seçimlerdeki %50'lik başarısı sadece rakiplerini veya derin yapıları değil, PKK'yı da oldukça endişelendirdi. Seçimlerden önce BDP'li Gülten Kışanak'ın "Başbakan 367 değil, 400 milletvekili çıkarsa da biz kabul etmeyeceğimiz anayasayı yaptırmayacağız" beyanatı Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünde engel teşkil eden tek silahlı gücün TSK içindeki bazı odaklar değil, bizzat PKK içindeki bazı odaklar da olduğunu açık ediyordu.
'Kürt medyası'ndaki durum da pek farklı sayılmaz. "Öcalan'ın İmralı Günleri" kitabından tanıdığımız Cengiz Kapmaz, Özgür Gündem'deki köşesinde, üstelik "Barış Konseyi" başlığını attığı yazısını şöyle bitiriyor:
"Kürt sorununda artık talep eden Kürt dönemi kapanmış, "Biz ne yapmalı ve ne vermeliyiz ki Kürtleri kaybetmeyelim, Kürtler bizden kopmasın" dönemi başlamıştır."
Selahattin Demirtaş istediği kadar "Kürtlerin talepleri" diyebilir, bir kısım Kürdün talebini yukarıda örneklerini verdiğim şekilde dayatma olarak sundukları sürece barış ihtimalinden bahsetmek dahi abesle iştigaldir.
Dayatmalarla demokrasi, silahla tehdidiyle özerklik, savaşarak barış istediğini iddia eden garip bir söylem. PKK ve ona bağlı oluşumlar savaşa kışkırtanın hükümet olduğu algısını yaratıp tabanını ikna etmek, şiddet kullanarak hükümeti elini zayıflatmak ve zorlayabileceği son noktaya getirmek istiyor. Zira önce referandum sonra da seçimden eli oldukça güçlenerek çıkmış olan iktidarın yeni bir anayasa yapacak, Kürtleri bireysel hak ve özgürlükler bağlamında rahatlatıp PKK tabanını erozyona uğratacak gücü olduğunu görüyor. Barış ve demokrasi deyip savaş tamtamları çalmaları da bundan...
Peki 'bizim mahalle'de savaş tamtamları çalanlar yok mu? Ne yazık ki var, onları da Cuma günü ele alalım inşallah.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.