Fethullah Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasındaki savaş, 31 Mart sabahından itibaren duraklama dönemine girdi. Aslında hiçbir şey olmuyor değil. Ama 30 Mart öncesine kadar inisiyatifi elinde tutan, saldıran tarafın (Cemaat’in) sustuğu, buna karşılık, o ana kadar büyük ölçüde, can havliyle savunma refleksi veren tarafın (hükümet) konuştuğu yeni bir dönemden geçiyoruz.
Hedefine Başbakan Erdoğan’ı tasfiyeyi koymuş olan Cemaat’in, AKP liderinin yerel seçimlerden başarıyla çıkması üzerine sarsılmış olması ve savaşın bundan sonraki aşamaları için güç toplayıp yeni strateji ve taktikler üzerine kafa yorması normal. Aynı şekilde, sandığın verdiği moral üstünlükle inisiyatifi ciddi olarak ilk kez ele geçirmiş olan hükümetin de özellikle medya üzerinden düşmanının üstüne üstüne gitmesi de anlaşılır bir şey.
Galip belli değil
Ancak Erdoğan, hep dillendirdiği “inlerine gireceğiz” sözünü bir türlü yerine getirmiyor ve bunu sürekli erteliyor. Aslında bunda tuhaf bir şey yok. Çünkü Cemaat’e yönelik, çapı ve kapsamı ne olursa olsun, ciddi bir soruşturma ve operasyon, onu tahrik edebilir ve hükümet ile Erdoğan’ı daha önce olduğu gibi yine zor duruma sokacak karşı manevralar yapmaya sevk edebilir.
Sırf bu durum bile, hükümetin, yani Erdoğan’ın bu savaşın kesin galibi, Cemaat’in, yani Gülen’in de kesin mağlubu olduğu yolundaki değerlendirmelerin geçersiz olduğunu kanıtlamaya yetebilir. Zaten 40 yılı aşkın bir süreden küresel bir güç haline gelen Cemaat’in, çok uzun süre boyunca titizlikle üzerinde çalışıldığı belli olan bir savaşın ilk safhalarından birinde amacına ulaşamadığı için pes edeceğini düşünmek pek akıl kârı değil.
Ak kaşık değil
17 Aralık sürecinde Cemaat bir sürü hata yaptı. Örneğin kendi güçlerini abartıp Erdoğan’ı küçümsediler. Cemaat’le irtibatlı polis şefleri ve yargı mensuplarının, emekli ayrıldıktan veya kızağa çekildikten sonra güçlerini nerdeyse tümüyle kaybetmiş olmaları, “yaptığımız her şeyden Başbakan’ın haberi vardı” cümlesinin ötesinde pek bir söz edemedikleri ortada.
Cemaat’in bir diğer stratejik hatası, kendisini nerdeyse “sütten çıkmış ak kaşık” gibi gösterip hafızalarda hâlâ taze olan yanlış uygulamalarıyla yüzleşmeye yanaşmamasıdır.
Benzer bir şekilde, özellikle tapelerin yayınlanması hakkında hem “Bizimle ilgisi yok, var diyorsanız kanıtlayın” deyip, hem de bunları hükümete ve Erdoğan’a karşı propaganda malzemesi olarak kullanmaları da Cemaat’in samimiyeti konusunda derin şüphelere yol açtı.
Son olarak, Cemaat, özellikle yerel seçimlerde, üzerine yatırım yaptığı isim ve kurumlardan beklediği verimi alamadı. Ancak sanıyorum en büyük hesap hatasını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında yaptılar. Şimdi Gül’ün siyasete vedasını ilan edip Erdoğan’ın önünü iyice açmış olmasının Cemaat’i daha da zor durumda bırakmış olduğu kesin.
Bundan sonrası
Bununla birlikte Erdoğan’ı önümüzdeki dönemde en fazla zorlayabilecek odağın yine Cemaat olduğunu söylemek mümkün. Çünkü Cemaat Erdoğan’ın uluslararası alandaki yalnızlaşmasının daha da derinleşmesi için elinden geleni yapıyor ve bu durumdan geniş bir şekilde istifade ediyor.
Eğer Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Batı dünyasıyla ilişkilerini rehabilite etmeye çalışmaz ya da edemezse Cemaat’in muhtemel yeni saldırılarına daha açık ve bunlara karşı daha kırılgan olacaktır. Çünkü, her ne kadar Türkiye topraklarında cereyan etse de çok ciddi küresel boyutları olan bir savaştan söz ediyoruz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.