Aynı esnada başka bir karede Kürt işçiler taşlanıyor. Savaşın ve de barışın ekonomisini konuşmayacak mıyız?
'Hassas vatandaş’ denilen insan tipi, tepkisini göstermek istediği zaman nerede Kürt bulacağını biliyor. Misal bir inşaat şantiyesini basıyor, misal bir tekstil atölyesine girenleri takip edip çarşıda kıstırıyor.
Değil bir yıl, üç ay önce kullanamadığımız kelimeleri telaffuz edebiliyor, ‘barış’ geçen cümleler kurabiliyoruz. Ne güzel. Sabırla bekliyoruz. Barış, soyut bir masal canlısı, şiirsel bir metafor, uhrevi bir dilek olmadığından, neye benzeyecek diye anlamaya çalışıyoruz.
Bir çizgiroman karesinde bunlar yaşanırken aynı esnada başka bir yerde ‘süreçten’ rahatsız olanlar, Kürtleri taşlamak için şantiyelere koşuyor. Kürtleri orada bulacaklarını biliyorlar. İki gece evvel İstanbul Ümraniye’de bir avuç işçiye 200 kişi taşlarla, sopalarla çullanarak ikisini yaraladı. Üç haftası var, Eskişehir Tepebaşı’nda bir inşaatın Kürt işçilerine 100 kişilik grup bıçaklarla sopalarla saldırdı. Dört yaralı.
Savaşın ve barışın ekonomisi
Geçen yılın sonlarına doğru Çanakkale Ayvacık’ta altı Kürt işçinin kaldığı evin basılması gibi. Çünkü gittikleri Ferhat Göçer konserinde ikisinin Kürt olduğu tespit edilmiş. Ağustosta Sakarya’ya mevsimlik işçiliğe gelmiş bir Kürt aileye linç girişiminde bulunulduğu gibi. Aralarında kadınlar ve çocuklar da olmak üzere 18 kişi yaralanmış.
Kütahya Simav’da bir güruh yüzünden, Diyarbakır’dan gelen 35 işçi çalıştıkları şantiyede mahsur kalmış haziranda. Bir ay öncesinde Bursa Valisi Şahabettin Harput, basın açıklaması yapmış. Şehrimize mevsimlik Kürt işçiler gelecek, aralarına ‘bölücü mihraklar’ sızabilir demiş mealen. Uludere’de Ahmet’i Mehmet’i ayırmaya tenezzül göstermeyen devlet aklı bu. Bu uyarıya bile gerek yoktu halbuki, iki hafta önce şehrinin Gürsu ilçesinde bir grup, dört Kürt işçiye yine çalıştıkları inşaatta saldırmıştı zaten. Birinin dişleri döküldü ağzından.
Şubatta Eskişehir Tepebaşı’nda dört Kürt işçi ırkçı bir grubun hedefiydi. Bir ay sonra Kütahya Emet’te 16 işçiye, çalıştıkları okul inşaatında 500 kişi saldırdı. Kış ayazında kaldıkları çadırlar yakıldı.
Trabzon, Aydın, Balıkesir… Ne yazık ki sığdıramadıklarım ve hatta kulağımıza gelmeyenleri de var. Valinin Kürt işçi dolu kamyonları şehrinden geri yollamışlığı, Kürt oldukları için işten atılanlar vaki. Anaakım medya kibrit kutusu kadar reva görürse haberlerine, ne âlâ. Neredeyse hiçbirinde saldırganlar cezalandırılmamış. Mağdurlarsa en iyi ihtimalle üç beş parça eşyalarını almalarına dahi izin verilmeden şehrin dışına bırakılmışlar. Canınızı kurtardınız ya, yeter.
90’lı yıllar boyunca topraklarından göçe zorlanan, devlet eliyle yoksullaştırılan Kürtler, emek yoğun sektörlerin kayıtdışı, güvencesiz ve de (en) ucuz işgücü kaynağı olmaya da mahkûm edildiler. Son yıllarda Kürt illerindeki ekonomik hamleler de ekseriyetle patrona sınırsız teşvik, işçiye sınırsız sömürü biçiminde hayata geçtiğinden, artık daha rahat söz edebiliyoruz işçi sınıfının Kürtleşmesinden. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in geçen yıl verdiği, bölgenin “Türkiye’nin Çin’i” olacağı müjdesini de teşbihin ölçekler bazındaki absürdlüğü üzerinden değil buradan düşünelim. Asgari ücretin altındaki maaşlarla başlıyor Çinleşme.
‘İki eşit halk’ talebi, bu ülkenin çoğunluğu için kimlik kıstasında ayrımcılık manasına geliyor; adil bölüşümün adı zaten geçmiyor. Şantiyede taşlanan, her an taşlanabilecek olan Kürt işçinin barışını, savaşın ekonomisinden başlayarak barışın ekonomisini konuşmayacak mıyız?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.