Geçen gün Mehtap TV’den çıkarken arkadaşların verdiği şatafatlı zarfı vakit geçirmeden açtım…
Hidayet Karaca’nın genel koordinatörlüğünde, üç buçuk yıllık bir emeğin ürünü olan, Bediüzzaman Said Nursi’nin çileli hayatının en zorlu dönemlerinden 1927-1934 yılları arasındaki Barla hayatını anlatan, ‘Allah’ın Sadık Kulu: Barla’ filminin geçtiğimiz Perşembe günü yapılan galasına davetti…
Said Nursi, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Mustafa Kemal Atatürk’ün ricası üzerine Ankara’ya giderek kendisiyle görüştü ve bir süre Ankara’da ikamet etti. Daha sonra Van’a yerleşti. Şeyh Said’e isyan etmemesini telkin etmesine rağmen Şeyh Said İsyanı sonrasında takibe alındı ve Isparta’da Barla’ya sürgün edildi.
Kışla, Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarı, İslam âlimi ve Nur Cemaati’nin ilk lideri olmasını Said Nursi’ye zulüm yaparak ödetmekle kalmadı, 1960’da da mezarını yıkarak, bilinmeyen bir yere taşıdı…
***
Neyse ki bugün, kalıcı, sistemli ve kurumsal bir demokratikleşme söz konusu olmasa da memnuniyet verici önemli adımlar atılıyor…
27 Nisan Muhtırası’nın Genel Kurmay web sitesinden kaldırılması, Mustafa Muğlalı isminin Van’ın Özalp İlçesi’ndeki kışladan silinmesi, Said Nursi’nin 49 yaşında iken hayatının en zorlu dönemlerinden birini geçirdiği Barla’nın filme konu edilmesi…
***
Dün, 1943 yılında, Van’da otuz üç köylüyü sorgusuz sualsiz kurşuna dizen Orgeneral Mustafa Muğlalı ile Said Nursi’nin yaşam hikâyelerine bir kez daha baktım…
İkisi de aynı dönemin insanları…
Aralarında beş yaş fark var; Said Nursi 1876 yılında, Mustafa Muğlalı ise 1882 yılında doğmuş…
Cumhuriyet döneminde, kışla camiye ağır baskı uygulamış, Said Nursi hapishaneler ve sürgünlerde ömür tüketirken, köylüler de kurşuna dizilmiş…
***
Bugün sanki bir rövanş söz konusu…
Rövanş diyorum, Said Nursi’nin yaşamının zorlu bir dönemi film konusu oluyor ama toplumun mağduriyeti sona ermiş değil…
Başörtüsü hukuken serbestlik kazanmadığı gibi, Alevilerin cemevleri ibadethane sayılmıyor, Kürtler ana dilde eğitim göremiyor, gayrimüslim insanlarımızın dini okulları açılmıyor, ifade özgürlüğü Neşe Düzel’i ‘terörist’ sayacak kadar geri ve baskıcı bir noktada…
Muhafazakârlardaki yoğun anti-militarizm duygusunu demokrasiye dönüştürecek güçlü bir siyasi akım yok…
Hâlbuki olumlu gelişmeler, tarihsel cami-kışla sürtüşmesinin tutsaklığından çıkarak, sistemli, kalıcı ve kurumsal bir düzenlemeyle rejimin demokratikleşmesine dönüşmez ise kanlı bir rövanş ihtimali de hiçbir zaman gündemden düşmez…
Said Nursi’ye gönül verenler başta olmak üzere herkes; anti-militarizmle yetinip, diğer mağdurların mağduriyetlerini topluca yok edecek keskin ve radikal bir demokrasiye nazlanmanın hepimize ağır bir fatura çıkarabileceği ihtimaline kafa yormalı…
***
Bugün bayram…
Artık köylüleri kurşuna dizen Mustafa Muğlalı’nın adı kışla ismi değil…
Said Nursi’nin Barla dönemi çilesi de sinemalarda…
Ama hala bu ülkede insanın doğumundan ölümüne kadar ayrılmaz hak ve hukuku olan ‘temel hak ve özgürlükler’ hayata geçmiyor…
‘Vatandaşlık hukuku’ hala öksüz ve yetim…
***
Keşke, bu bayram günlerinde, Muğlalı Paşa’nın emriyle öldürülen otuz üç köylünün dramına, Said Nursi’nin Barla’da sürgün günlerine yoğunlaşırken, bir yandan da Türkiye’de ‘mağduriyetin’ temel hak ve özgürlüklerin hayata geçmemesinden, yönetilenlerin ‘vatandaş’ kabul edilmemesinden kaynaklandığına kafa yorsak…
Herkesin temel hak ve özgürlüklerin bilincinde olduğu, bu hakları içselleştirerek bir çırpıda saydığı ve sahip çıktığı bir Türkiye tüm sorununu çözer…
Bayramlar gerçek bayrama dönüşür…
Meksika atasözü ‘en son umut ölür’ der, bu umutla herkese mutlu bayramlar…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.