Hastanede bir gece.. Bir ay önce ve Ankara’da. Oda arkadaşım emekli bir deniz astsubayı..
Ameliyattan yeni çıkmış.. O gece Çanakkale’den helikopterle hastaneye kaldırıldığımı haber alıp apar topar ziyaretime gelen dostlarla yaptığımız sohbetten, benim bir yazar, Kürt ve Diyarbakır cezaevi mağduru olduğumu öğreniyor.
Hastaneler çok sıkışık. ‘Hasta odası’ standartlarına hiç uygun olmayan bir odadayız, nereye baksak duvar... İki hastaya daha yer açmak amacıyla düzenlenmiş, doğru dürüst penceresi bile olmayan bu odada ikimiz de daralıyoruz, uyku tutmuyor bir türlü..
Gece misafirler gittikten sonra sohbete, oda arkadaşım astsubayın sorularıyla devam ediyoruz. Peşinen söylemek isterim, oda arkadaşımın aşağıda okuyacağınız sorularında herhangi bir art niyet aramayın. Onun sorularında bir art niyet yoktu kesinlikle, çok insani diyebileceğimiz bir saflık duygusu içinde, hepimizi kuşatan, hepimize çok acı veren gerçeği onun deyimiyle söylersek, “meşhur bir Kürt yazar”la konuşmak istiyordu. Onu dinlerken, ortalama Türk insanının aslında bu saflıkla tanımlanabileceğini düşünmeden edemedim..
Bence biz Kürtler, Türk halkının bu saflığını tanımak, farkında olmak ve bilmek ihtiyacındayız.
Yeniden barışmak için, bu saflığı ve samimiyeti tanımaya, paylaşmaya büyük ihtiyacımız var..
Kürtler Türklerin, Türkler de Kürtlerin saflığını sevmeli, sevebilmeli.
Yüz tane halkı şeytanlaştırmaya yetecek kadar büyük felaketler yaşadık, gizlemeye gerek yok, içimizden birileri bu felaketlere yenik düştüler, yeterince şeytanlaşıp yeterince zalimleştiler..
Toplum bilimci değilim, ama ben yine de kendi payıma, Kürtleri de Türkleri de tarif eden şeyin, bunca felaketlere yenik düşmemiş o büyük saflığımız olduğuna inanıyorum. Ben bu saflığı seviyorum.. Hastanedeki oda arkadaşım bu astsubayın saflığını da ne yalan söyleyeyim çok sevdim, onunla aramızda geçenleri kısaca özetleyeyim, sonra da, şu ‘pozitif ayrımcılık’ meselesinde başlayan tartışma için iki söz edip yazıyı bitireyim:
– Orhan Bey, bakıyorum da Diyarbakır cezaevinde yatanlar hep meşhur olmuşlar.. Televizyonda bir gün, Diyarbakır cezaevini yaşayan insanları konuşturuyorlardı, seyrettim, anlaşılan çok acı çekmişsiniz, ama belki o acıları yaşamasaydınız, yazar olmayacaktınız.. Siz anladığım kadarıyla yazarlığınızı Diyarbakır cezaevinde yatmanıza borçlusunuz.
– Yok o kadar da değil.. Diyarbakır’da yatan herkes meşhur biri ya da yazar filan olmadı..
– Öyle demeyin, şu sinemacı, adı neydi Sırrı?..
– Sırrı Süreyya Önder..
– Hah o işte, baksanıza o da, Diyarbakır cezaevinde yattı ve milletvekili oldu.
– Yanlış biliyorsunuz, Sırrı Süreyya hapis yattı, ama bildiğim kadarıyla Diyarbakır’da değil. Sonra o zaten meşhur biridir..
– Peki, size bir soru daha sorabilir miyim?
– Ne demek sorun tabii..
– Saddam Kürtleri vurunca Kürtler Bağdat’a veya Arap halkın yaşadığı şehirlere mi kaçıyorlardı?
– Hayır, Bağdat’tan mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışıyorlardı, Türkiye ve İran sınırına geliyor ve sınırı geçiyorlardı..
– Valla hâlâ, ben de durum bizdeki gibi diyordum.. Kürt köyleri boşaltılınca Kürtler hep batıya geldiler ya, orada da durum böyledir sanıyordum..
– Yok, öyle değil, orada durum bizdekinin tam tersi; peki, size ben de birkaç soru sorabilir miyim?
– Buyurun sorun tabii..
– Gerçi siz emeklisiniz, ama yine de ordu mensubusunuz, bu konuları bir ordu mensubuyla konuşmak her zaman mümkün olmuyor, bu savaş nasıl bitecek, sizin çevrelerde ne konuşuluyor acaba?
– Doğruyu söylemek gerekirse, bitsin de nasıl biterse bitsin diyor insanlar..
– Dağdakilere af çıksa?
– Çıksın tabii, dağdakiler de onlarla savaşanlar da bu ülkenin evlatları değil mi?
– Öyle..
– Orhan Bey, bu savaşta hep garibanlar ölmedi mi?
– Orası da öyle.
– O zaman kimin için sürdü bu savaş?..
– Peki, bir af çıkacaksa bu Öcalan’ı da kapsamalı mı sizce, Türk halkı ne düşünür acaba?
– Eğer bu savaş bitecekse Öcalan da çıksın, kimse de kalmasın cezaevlerinde.. Yeter artık kan dökülmesin..
***
‘Pozitif ayrımcılık’ tartışması bu bir gecelik karşılaşmayı yeniden hatırlamama vesile oldu.
Kürt sorunu konusunda bir öneride bulunuyorsunuz, Türk halkı acaba ne der sorusuyla karşılaşıyorsunuz. Sorulmasın demiyorum, elbette birarada yaşayacaksak, her şeyi kendimize göre ayarlayıp, başkalarını bunu tartışmasız kabul etmeye davet edemeyiz.
Demokratik özerklik veya pozitif ayrımcılık.. Tabii ki Türk halkı ne diyecek diye sorabilmeliyiz.
Buna itirazım yok benim. Ama bu türden soruları Türk halkı adına sorabilmeyi hak etmiş olmak gerekmiyor mu?
Ertuğrul Özkök, ‘Kürtler adına’ her ne teklif ediliyorsa bu tekliflere ‘Türkler adına’ itiraz etmeyi alışkanlık haline getirdi.
Akşam gazetesinden Burcu Bulut’la geçen hafta bir söyleşi yaptık.
O söyleşide vergi vermeyiz gibi bir söylemi doğru bulmadığımı, ama ABD’de siyahların durumunu düzeltmek ve eşitlemek için uzun bir süre –sanırım 60’lı yıllardan 80’lere kadar–, ‘pozitif ayrımcılık’ uygulandığını söyledim. Geçiş döneminde Kürtlere bu uygulanabilir dedim. Kürtler zencidir filan demedim. Pozitif ayrımcılık, zencilere uygulandı dedim.
Ertuğrul Özkök bu öneriye itiraz etti. İsmet Berkan, benim daha fazla bir şey söylememe gerek bırakmayan iki yazı yazdı bu konuda.
Kürt sorunu, eşitlik sorunudur diyen Özkök, ’Pozitif ayrımcılık’ önerisine karşı, “Afrikalı Kürtler” başlıklı bir yazı yazdı.
Kürtler Afrika’dan filan gelmediler. Başkaları bu topraklara gelmeden önce burada yaşıyorlardı. Ama başka coğrafyalardan gelenlerin bin yıllık hâkimiyeti sonucunda geldiğimiz nokta ortada.
Yapılan bütün araştırmalar –KONDA’nın yaptıkları dâhil– Kürtlerin, nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, Türkiye’nin en yoksul halkı olduğunu gösteriyor.
Üstelik bu insanların artık siyasi ve kültürel kimlik talepleri var.
Özkök, eşitlik diyor, ama eşitlikten anladığı, ‘fırsat eşitliği’ olsa gerek.
Özkök’ün çevresinde, bu fırsat eşitliğinden fazlasıyla faydalanmış Kürt dostları olabilir.
Peki, bir yüzyıl boyunca uygulanan politikalar sonucu, bir ülkenin en yoksulları haline gelmiş, üç bin köyü haritadan silinmiş, toplu mezarlara gömülmüş ve binlerce faili meçhul cinayete kurban olmuş, kısacası, 20. yüzyılın en büyük zulümlerinden geçmiş bir halkı, fırsat eşitliğine mi davet edeceksiniz?
Yozgatlı ne der ha! Aradan çekilin, biz derdimizi Yozgatlı kardeşimize anlatmasını biliriz!
Sonra ‘gariban Yozgatlı’yı kardeşini öldürmek için habire dağa gönderip durduklarında niye sustunuz?
Ahmet Kaya’yı, Hrant Dink’i ölüme yollayan manşetler atmak daha kolay ve daha kârlıydı değil mi?
***
Okuması için eline verilen metinleri, 200 Türkiyeli aydının, akademisyenin karşısına geçip okuyan, sonra da “Bu acayip metin de ne” diye insanlar hayrete düşünce, içinde ne yazdığını ben de bilmiyordum diyen Ahmet Türk, o bilmeden okuduğu metinlerde yazılan Demokratik Özerkliğin tek yol olduğuna inanmamızı istiyor da, iç savaştan çıkmış, bu savaşın yegâne mağduru olmuş bir halka ‘pozitif ayrımcılık’ belli bir dönem için uygulanabilir demiş olmamı yanlış buluyor: “Orhan Miroğlu’nun zenci benzetmesinin gerçekten de (vurgulama müthiş, Özkök’ün aklına bile gelmemişti bu vurgu! –OM)çok yanlış, haksız, aşağılayıcı olduğunu düşünüyorum. Zenci, beyaz tartışmaları aslında şuuraltında kendini aşağı görmekten başka bir şey değildir. Bu tarz düşüncelerin Türkiye’yi bütünleştirmek bir yana, birlikte yaşamayı zorlaştıracağı kanısındayım.” (Akşam, 7 temmuz)
Benim şuuraltımda ne olduğu ve neye hizmet ettiği yazılarımla, söylediklerimle ve kitaplarımla ortada, Ahmet Bey, şuuraltımla uğraşmak yerine, lideri olduğu savaş mağdurlarının şuuraltında ne var onu merak etsin biraz, sonra da, beraber yaşamayı acaba ‘pozitif ayrımcılık’ önerisi mi, yoksa, “PKK’ye savaşma demeyi ahlaki bulmuyoruz” diyen kararların altına imza atmak ve 20 kişinin hayatını kaybettiği bir günde ‘Demokratik Özerklik’ ilan etmek mi zorlaştırır bir düşünsün isterim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.