• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 10 °C
  • Ankara 11 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 2 °C

Rumeli kimliğinde devlet

Etyen Mahçupyan

Tarihi anlamakta zorlanmamızın, hatta tarihsel gerçekliğe karşı direnme dürtümüzün bariz örneklerinden biri de Rumeli'den sürülen Müslümanlar meselesi.

Hâlâ yaşanmış olan acı ve mağduriyetle, o sonuca neden olan arkaplanın serinkanlı değerlendirmesi arasında sınır çizmekte zorlanılıyor. Böylece tarih öznelleştirilip hamasi bir dile mahkûm edilirken, söylenemeyen tarihsel gerçeklik de yaşanmış olan acıyı yüzeyselleştirip araçsallaştırıyor. Bu ise hatırlanması 'gerekmeyen' bir geçmiş yaratıyor. 

Geçmiş mağduriyetin içinden tarihi anlamak bir milliyetçi kolaycılık. Nitekim Ermeni tarihçiler de uzunca bir süre 1915'ten hareketle Osmanlı tahlili yapılabileceğini sandılar ve son derece hamasi metinler kaleme aldılar. Oysa bağlantı aksi yönde kurulmak zorunda: Yani ancak Osmanlı'yı anlayabilirseniz, 1915'i de neden ve sonuçlarıyla kavrayabilirsiniz. Aynı durum Rumeli için de geçerli. İnsanların sürülmesi bir sonuç... Serinkanlı bakış, bu olayın öncesindeki düzenin nasıl çalıştığını ve özellikle her iki tarafça nasıl algılandığını analiz etmeyi gerektirir. Eğer bu yapılmaz ve her şey mağduriyete hapsedilirse, arkaplanda yer alan ve üstü örtülen gerçekler bir süre sonra o mağduriyetin açıkça yaşanmasını olanaklı olmaktan çıkarabilir. Eğer Ermeni tarihçiler Taşnakların zihniyetini ve siyasetini sergileyen bir yaklaşım gösteremeseler, 1917 sonrasında Ermenilerin intikam hırsıyla yaptıkları insanlık dışı vahşeti anlatma gücüne sahip olamasalardı, 1915'i kendi gerçekliği içinde anlatan, inandırıcı tarih metinleri de yazamazlardı.

Rumeli göçmenleri ile ilgili sorduğum soru da, mağduriyetle gerçeklik arasındaki ayrışmanın yapılamamış olmasıyla bağlantılı gözüküyor. Herhalde bu nedenle bana gelen tepkilerin çoğu hep normatif düzlemde kalıyor. Geçen günlerde 'Selanik'e dönüş: Müslümanlar, Museviler ve Rumeli'den sürgün' başlığıyla Yorum sayfasında yayımlanan makale de kendisini bu rahatlatıcı konumdan kurtaramamış. Müslümanların Rumeli'nin yerlisi olamadıklarına ilişkin tespitimden hareketle, makalenin yazarı Şener Aktürk bu bakışın 'nerelere varacağını' irdelemiş. Diğer bir deyişle tespitimin tarihî değil siyasi olduğunu varsaymış. Müslümanların yerli sayılmaları gerektiğini hatırlatmış ama yaşanmış olan gerçekliğe ilişkin bir şey söylememiş. Acaba gerçek durum neydi? Acaba o Müslümanlar kendilerini ve diğerleri onları ne derece 'yerli' sayıyorlardı? Esas soru bu... Benim tahminim, Müslümanlaşmanın yerli olan bir zümreyi hem diğerlerinin hem de kendilerinin gözünde giderek yerli olmaktan çıkardığıdır. Bu durumun en belirleyici nedeni ise devletin Müslüman olması ve dolayısıyla Müslümanlaşmanın maddi veya manevi bir sınıf atlaması anlamına gelebilmesidir. Hıristiyanlığın yerli 'hissedilmesinin' nedeni devletten bağımsız örgütlenmesi ve devletin nihayette halkın dinini seçmesi gibi gözüküyor. Oysa Müslümanlık dışardan gelen bir devletin dini ve daha önce orada var olan Müslümanların da imtiyazlı hale gelmesinin nedeni. Dolayısıyla Rumeli'de ihtida, yerlinin yerliliğini psikolojik olarak kaybetmesini de ifade ediyor. Nitekim Aktürk de yerliliğe delil olarak yapılan camileri, yani bir anlamda devleti örnek göstermek zorunda kalmış. 

Rumeli Müslümanlarının imtiyazlı statüsü konusunda da Aktürk, normatif bir bakışın dışına çıkamamış. Bu bakışın ne denli zararlı olduğunu ima ettikten sonra İttihatçıların da Ermenileri öyle gördüğünü söylüyor. Milliyetçilik her yerde 'ötekinin' imtiyazlı durumunu bir nefret söylemi haline getirmiştir. Ama arada önemli bir fark var: Ermenilerin göreceli iyi konumları yüzyıllar içinde ortaya çıkan, sosyolojik bir durum. Oysa Rumeli'de devlet destekli bir imtiyaz var. Birincisinde sürgünün nedeni Ermenilerin yerli olmamaları değil, aksine yerli olmaları. İkincisinde ise, sürgünün gerekçesi Müslümanların yerli sayılmaması ve delili de kendilerini yerli sayanların benimsemediği bir devletin kimliğini paylaşmaları. 

Bu bağlamda Aktürk'ün unutmayı teşvik eden bir unsur olarak Türkiye'nin dış politikasını zikretmesi özellikle ufuk açıcı. Bu nasıl bir hafıza ki, onca acıyı devletin dış politikası nedeniyle yok sayabiliyor? Böylesine devlet bağımlı bir hafıza açıklanmaya muhtaç değil mi? Yoksa bu unutmanın gerisinde yaşanmış olan acının da devlet eksenli olduğunun bilinci mi yatıyor? Benim tahminim bu coğrafyada devlet üzerinden bir yerliliğin makbul olmamasıdır. 

Son olarak Aktürk, Rumeli göçmenlerinin sürüldükleri topraklara dair fotoğraf, kayıt gibi hatıralarının olmadığını, ama Ermeni 'yerlilerin' ücra köy ve kasabalara dair pek çok fotoğraf ve belgeye sahip olduklarına işaret ederek, bunun Rumeli Müslümanlarının imtiyazsız ve yoksul olmasıyla açıklanabileceğini ima ediyor. Yoksa Bitlisli Ermenilerin, Selanikli Müslümanlardan daha burjuva ve zengin olduklarını mı hayal ediyoruz? Bu farklılığın nedeni yerlilik duygusu ve onun uzantısı olarak gelen sahiplenme dürtüsüdür... Rumeli Müslümanları kendilerini 'yerli' olarak görmemişler. Acaba niye? Meselenin kökü burada.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89