Artık kaybolmuş bir nehir Rubicon, coğrafyacılar bir zamanlar tam olarak nerelerden akmış olduğunu, başka bir nehire dönüşüp dönüşmediğini, kuruduysa nasıl kuruduğunu hala araştırıyorlar.
İtalya’daki bu nehrin adı ve iki bin yıldan fazladır insanlığın sözlüğünde kapladığı simgesel yer, nehrin kendisinden çok daha önemli.
Romalı komutanların bu nehri ordularıyla birlikte geçmeleri ve imparatorluğun başkentine askerleriyle gelmeleri “ölümcül” bir suçtu.
Roma’yı kendi kuvvetlerinden de korumak zorunda olduklarına inanan Romalılar bu kesin kuralı koymuşlardı… Her devletin, kendi görevlilerine karşı da korunması gerektiğini o zamanlardan sezmişlerdi.
Jül Sezar, milattan önce 49 yılında ordusuyla birlikte nehri geçti ve tarihçilerin iddialarına göre askerleri nehri geçerken yanındaki komutanlarına “zarlar atıldı” dedi.
“Atılan zarlar” beş yıl boyunca tarih sahnesinde yuvarlandı ve beş yıl boyunca bir içsavaş yaşadı Roma, o içsavaş Sezar’ın galibiyeti, imparatorluğunu ilanı ile bitti ve herkesin bildiği gibi Sezar senatörlerin bıçak darbeleriyle ölümüne giden yola da o içsavaşla yürüdü.
O zamandan bu yana “Rubicon’u geçmek” deyimi, “büyük suçu işlemek” ve geri dönüşü olmayan noktayı aşmak anlamına geliyor insanlığın sözlüğünde.
Ve aradan geçen iki bin yıla rağmen “Rubicon’u geçenler” hiç bitmiyor.
En son bizim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayacağını, anayasanın açık emrini dinlemeyeceğini söyleyip, kendisine bağlı olan mahkemelerin de anayasaya uymaması talimatını vererek “Rubicon’u geçti” ve “büyük suçu” işledi.
Anayasa’nın emri çok net ve çok kesin, “herkes Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymak zorunda”, uymadığınız zaman anayasayı çiğnemiş, anayasal düzeni temelinden dinamitlemiş oluyorsunuz.
Ondan sonrası kaos ve karmaşa.
Çünkü ortada herkesin uyması gereken, devletin çerçevesini belirleyen kurallar kalmıyor, “gücü gücü yetene” dönemi başlıyor.
Şu anda Türkiye’de yaşanan da bu.
İktidarda, anayasaya ve yasalara uymayan, anayasayı “zor” kullanarak ortadan kaldıran, istediğinin malına el koyan, istediğini hapse atan ve sürekli suç işleyen bir güç var.
Attıkları adımlar, söyledikleri sözler suç.
Ama parlamento da, yargı da görevini yapmadığı için bu suçlar durdurulamıyor.
Devletin içinde, devlete değil, “anayasaya uymayacağını açıklayan” cumhurbaşkanına bağlı bir ekip var ve bunlar yasadışı eylemleri gerçekleştiriyorlar.
Yaptıkları “örgütlü suçlara” giriyor elbette ve mutlaka hukukun karşısına çıkacaklar ama bugün duruma onlar egemen gözüküyor.
Sulh Ceza Hakimliği denilen bir “yapı” oluşturdular, oradaki tek bir adamın iki dudağının arasından çıkan sözle insanları hapse atabiliyor, holdinglere el koyabiliyor, gazeteleri kapatabiliyorlar.
İstedikleri yere saldırıyorlar.
Akın İpek’in bütün gazeteleriyle televizyonlarına el koyarak kapattılar.
Zaman Gazetesi’ne el koydular.
Cihan Haber Ajansı’na kayyım atadılar.
Türkiye’nin en önde gelen işadamlarından Boydak kardeşleri tutukladılar.
Gazetecileri “casusluk”, “teröristlik” gibi saçma sapan suçlarla hapse attılar.
Yakında Cumhuriyet’e de el koyacakları söyleniyor.
İsterlerse Aydın Doğan’ın gazetelerine, Rahmi Koç’un holdingine de tek bir kararla el koyabilirler.
Güneydoğu kanlı bir mahşere döndü, insanları yakarak öldürüyorlar.
Yanmış insan eti kokuyor şehirler.
“Rubicon geçildi” ve her türden yasadışı uygulamanın önünde bir engel kalmadı.
Artık her türlü şiddeti kullanacak ve güçlerinin yettiği her şeyi yapacaklar.
“Şunu yapamazlar” denebilecek bir şey yok.
Öylesine büyük bir suç yüküyle ilerliyorlar ki geri dönüşleri imkansız, işleyecekleri bir fazla suçtan da çekinmiyorlar, bir fazla bir eksik artık fark etmiyor onlar için.
Anayasaya ve yasalara uymayan ve devletin imkanlarını kullanan yasadışı bir güce karşı biz ne yapacağız?
Ülkenin yaklaşık yarısı “teslim olmaktan” yana ve onlar AKP’ye oy veriyor.
Ama teslim olmayan kırk milyondan fazla insan var bu ülkede, üstelik onların sayısı “teslim olanlardan” daha fazla.
Muhalefet partileri, anayasaya ve yasalara sahip çıkan bu kırk milyonun temsilcisi olarak yasal ve siyasal haklarını kullanmak zorunda.
İktidar, muhalefetin birleşmesini ve kırk milyonu temsilen harekete geçmesini iki siyasi “ayak” üzerinden engellemek üzerine kurmuş stratejisini.
“Milliyetçileri” Devlet Bahçeli üzerinden etkisiz hale getirip MHP’yi eriterek AKP’ye katmayı düşünüyorlar ve Bahçeli bu stratejiyi onlar adına başarıyla uyguluyor…
Muhalefetin kendi arasındaki “hayati” birleşmeyi 7 Haziran gecesinden beri engelliyor, bunun karşılığında partisinin milletvekillerinin yarıyarıya erimesine de aldırmıyor.
Başbakan olma teklifini reddedip, patisini göz göre göre eritmesinin aklı başında bir açıklamasını yapabilen kimse de çıkmadı bugüne dek.
Bu tuhaflık “siyasi bir sır” olarak duruyor ortada.
CHP’nin, birleşik muhalefetin ana gövdesi olmasını, kırk milyonluk bir kitlenin “amiral gemisi” rolünü üstlenmesini de “ulusalcılar” marke ediyor.
Ulusalcıların sayısı az ama CHP’de “manevi bir tutulma” yaratabiliyorlar.
Bugün AKP’nin “anayasaya ve yasalara” aykırı her tutumunu eleştirenlere ilk kimin karşı çıktığına bakarsanız, karşınızda “ulusalcıları” görürsünüz.
AKP’lilerden bile daha şiddetli bir şekilde AKP’yi ve AKP’nin suçlarını savunuyorlar, üstelik de bunu “muhalif bir görüntüyle” gerçekleştiriyorlar.
CHP tabanındaki “Kürt düşmanlığı ile Cemaat alerjisini” AKP lehine kullanarak, CHP’nin Kürtlerin ve Cemaat’in yüzyüze geldiği hukuksuzluklara karşı çıkmasını engellemeye çabalıyorlar.
Böylece, AKP’nin çok korktuğu “muhalefetin birleşmesinin” önünde de hayati bir barikat oluşturuyorlar.
AKP, onların yardımıyla Kürtlerin ve Cemaat’in üstüne giderek, önce onları ve onların medya gücünü yok edip muhalefet çevresindeki kuşatmasını tamamlamaya çalışıyor, onları siyaset ve medya sahnesinden sildikten sonra CHP’yi çok daha rahat kapatacak.
MHP’yi de kendi bünyesine katacak.
Böylece kimsenin sesini çıkartamadığı, tek adamın her sözünün emir sayıldığı, bütün muhalif partilerin kapatılıp, bütün muhalif seslerin susturulduğu bir sessizlik cehennemi yaratacaklar.
Karşımızdaki siyasi oyun bu.
Basit ama AKP’nin “miliyetçi” ve “ulusalcı” kılıklarındaki “Truva atları” sayesinde hedefine doğru yol alan bir oyun.
Bu oyunu kıracak ilk güç CHP.
Zaman Gazetesi’ne el konması sırasında milletvekillerini göndermesi, Gürsel Tekin’in “barış süreci yeniden başlasın” demesi, “başkanlık” sistemini daha baştan reddederek anayasa komisyonundaki entrikalara alet olmaması, CHP’nin nihayet “oyunu” gördüğünü ve karşı tedbirlerini epeyce “utangaçca” da olsa almaya başladığını gösteriyor.
“Milliyetçilerin” ve “ulusalcıların” bir ağızdan sürdürdükleri “HDP, PKK’dır” propagandasına aldırmadan HDP ile bir “hukuk birliği” kurmak, parlamentoda ve miting meydanlarında iktidarın hukuksuzluğuna karşı çıkmak zorunda CHP, yoksa son hedef kendisi olacak.
“Kutuplaşma AKP’ye yarıyor” efsanesine de esir olmamak gerekiyor.
“Anayasaya ve yasalara” sahip çıkan muhaliflerin sayısı, “teslim olan” AKP’lilerin sayısından fazla, “kutuplaşma” yasalara uyup uymama üzerinden olacaksa “yasalara” uyanlar daha kalabalık.
Parlamentoda ve miting meydanlarında enerjik bir şekilde harekete geçip, HDP’yle ve “milliyetçilerin” diktatörlüğe karşı çıkan kanadıyla birleşerek çok büyük bir güç oluşturabilir CHP.
Bu ülkede milyonlarca insan, anayasaya uymayan bir gücün insanları öldürmesini, mallarına el koymasını dehşet içinde izliyor, kendilerini “kurtaracak” siyasi bir gücün ortaya çıkmasını bekliyor.
Yaklaşan facia CHP tabanındaki Kürt düşmanlığı ve Cemaat alerjisini aşacak boyutlara ulaştı, Türkiye gibi CHP’liler de bir “varoluş” sorunuyla karşı karşıya.
CHP, varlığını HDP’yle bir araya gelmeden, milliyetçilerin ana gövdesiyle ve AKP’nin “yeniden demokrasiye dönülmesini” talep eden kesimiyle işbirliği yapmadan koruyamaz.
Üstelik çok büyük bir müttefiki var Türkiye’deki muhalefetin.… Gelişmiş dünya.
Türkiye’nin “yasadışı” bir diktatörlüğe dönüşmesinin sadece Türkiye’de yaşayanlar için değil, bütün dünya için bir felakete yol açabileceğini görüyorlar.
Amerika, her gün AKP’yi “hukuka dönmesi” için gittikçe sertleşen bir üslupla uyarıyor.
Avrupa’nın bazı yöneticileri Türkiye’de yaşananları fark etmemiş gibi yapsa da Avrupa’nın halkları da Türkiye’nin demokrat güçlerini destekliyor.
Devletin, gidişat karşısında duyduğu tedirginlik bence son Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya çıktı, Mahkeme anayasaya kararlı bir şekilde sahip çıkarak AKP’yi uyardı.
AKP’nin içinde de bu gidişatın kanlı bir felakete döneceğinden korkan insanlar olduğu son açıklamalardan anlaşılıyor ki sayıları hiç de az değil.
Bu “koalisyon”, iktidardaki hukuksuzlukların eylemlerini durduracak büyük bir gücü temsil ediyor.
İktidarın her gün ardarda fütursuzca anayasayı ve yasaları çiğnemesi kimseyi ürkütmesin, onun bu yolda attığı her adım, hukuktan yana olanların da kararlılığını ve sayısını artırıyor.
CHP, hukuktan yana olan bütün güçlerle elele vererek diktatörlüğe giden yolu tıkarsa sadece ülkeyi değil kendisini de kurtaracak.
Hukuk bayraklarını açın ve bütün muhalefet güçleriyle birleşerek miting meydanlarına inin.
Milyonlarca insan sizi bekliyor.
Kutuplaşacaksak “hukuk” bayrağının altında kutuplaşalım.
Hukuk için toplanalım.
Ülkenin cumhurbaşkanı “Rubicon’u geçti”, anayasaya uymuyor, mahkemelerine de anayasaya uymama talimatı veriyor, büyük bir hukuksuzluk ve kaos yaratıyor.
Rubicon’u geçenleri durduracak barikat, “hukuk flamalarının” altında toplanacak, anayasal düzene sahip çıkacak milyonlarca insandır.
O insanlar sizi bekliyor.
Hukuktan yana olan siyasiler, siz neyi bekliyorsunuz?
Bunun için “göklerden” bir emir geleceğini mi sanıyorsunuz?
Beklediğiniz “emir” milyonlarca insanın “özgürlük ve adalet talebinde” yatıyor.
Görmüyor musunuz? (Haberdar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.