Cumhuriyet rejimi Türkiye toplumunun cumhuriyetle yönetilmesi için kurulmadı. Kendisine 'cumhuriyet' adını verecek kadar modern devlet kurumlarına sahip olan, ancak bu yapıyı toplumsal hiyerarşi üretmek üzere hayata geçiren bir sistem yaratıldı.
Diğer bir deyişle toplumun kararlarını taşıyan bir parlamenter devlet düzeninden ziyade, devlete sahip olanların kararları doğrultusunda toplum dizayn eden bir anlayışa hizmet edildi. Dolayısıyla parlamento hiçbir zaman 'cumhuriyet' rejiminin merkezini oluşturmadı. Söz konusu merkez sürekliliği ve güvenilirliği olan sabit bir kurumda arandı ve doğal olarak ilk otuz yılın tek parti rejimi bu ihtiyacı fazlasıyla tatmin etti.
Ne var ki demokrasi fikrinden kaçınmayı mümkün kılmayan ikinci otuz yıl ister istemez parlamentoyu gündeme getirdi ve bu da hükümetlerin niteliğini belirsizleştirdi. Birden fazla parti olduğuna ve partiler hukuk nezdinde eşit olacaklarına göre, eski tek partinin niteliklerinin siyaset üstü bir kuruma, bu görev için doğal aday konumundaki orduya devredilmesi gerekti. Öte yandan ordu, kaçınılmaz olan darbelerin hayata geçirilmesi için de lazımdı... Çünkü darbeler 'yoldan çıkmış' hükümet ve parlamentoların ilga edilip yerine 'doğru' yönetimsel kurumların getirilmesini ifade ediyordu ve sivillerin doğru yoldan sapmayacaklarının hiçbir garantisi yoktu.
Üçüncü otuz yıl ise darbeleri pek mümkün kılmayan bir dünya atmosferinde 'cumhuriyetin' korunması için daha yaratıcı olunmasını gerektirdi ve buna uygun bir hukuk sistemi üretilirken, yargı da içyapısı ve zihniyetiyle 'askerleştirildi'. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül darbesi sistem yaratan, kalıcı olması beklenen ve rejimin ruhunu kutsallaştıran bir müdahale. Dolayısıyla birçok toplumsal kesimin ve özellikle solcuların bu darbeye ilişkin rövanşist duygular beslemesi doğal. Hele meseleye özgürlükler açısından bakıyorsanız, solcuların tüm Cumhuriyet dönemine karşı rövanş arayışı içinde olmaları beklenir.
Buna karşılık 28 Şubat sadece yöntem yaratan bir müdahale. Sivil toplumu, medyayı, akademik dünyayı, işçi/işveren kuruluşlarını ve yargıyı önceden mobilize ederek meşruiyet üreten ve askerin bunu siyasi baskıya dönüştürmesiyle netice alan bir darbe... 12 Eylül'den farklı olarak toplumun önemli bir bölümünün darbe öncesinde açıkça darbeye destek verdiği bir süreçten söz ediyoruz. Nitekim rövanşizm konusu esas olarak 28 Şubat'la bağlantılı olarak öne çıkıyor ve bunun nedenini sadece AKP'nin iktidarda olmasıyla açıklamak fazlasıyla yüzeysel kalıyor. Çünkü hükümetin böyle bir yola girerek haksız davranması halinde hızla yıpratılacağı açık. Ergenekon ve KCK soruşturmalarındaki bazı aşırılıkların bile nasıl dünya kamuoyuna servis edildiğini ve değerlendirildiğini görüyoruz...
Muhtemel bir rövanş korkusunun 28 Şubat'la ortaya çıkmasının görünür nedeni 28 Şubat'ı desteklemiş ve manipülasyonlara bilerek alet olmuş olan laik kesimin bir bölümünün ne yaptığının bilincinde olmasıdır. 28 Şubat suçu askere yükleyerek kurtulabileceğiniz bir darbe değil. Toplumun bir bölümünün diğer bölümü aleyhine komplo kurduğu bir iktidar hamlesi...
Ancak daha derinde darbelerin muhatap aldığı 'kimliğin' niteliği yatıyor. 12 Eylül ve daha önceki darbeler meşru kimliklere sahip olan ama yanlış siyaset uyguladığı düşünülen gruplara ve kurumlara karşı yapıldı. Solcular işkence gördüler ama solculuğun kendisi 'doğru' yapıldığı sürece makbuldü ve nitekim askerin kendisi de Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana sağcı toplumun karşısında solcu bir güç olarak algılanmaktaydı. Oysa 28 Şubat gayrimeşru ilan edilmek istenen bir kimliği afişe etmek üzere planlandı ve böylece bu kimliğin her türlü siyasetini meşruiyet dışına itmeye çalıştı. 12 Eylül devletle toplumun bütünü arasındaki ilişkinin yeniden tanzimine ilişkindi... Oysa 28 Şubat toplumun bir bölümünün, yani İslami kesimin siyaseten 'vatandaş' olmadığını tescil etmenin peşindeydi ve laik kesimin önemli bir bölümü de bu değerlendirmede askerle buluşuyordu. O nedenle 28 Şubat laik kesimin en 'hevesli' olduğu, kendisini aktör olarak hissettiği ve bundan çok da zevk aldığı bir darbedir.
Şimdi bu duygular hatırlanıyor ama utancı yaşanmak istenmiyor. Aczimendi senaryosunun toplumun çoğunluğunu marjinalize etmeyi amaçladığı açıktı. İslami kesimin siyaseten marjinalize olmasının ekonomik ve sosyal açıdan kime yarayacağı da açıktı... Cumhuriyet rejiminin toplum dizaynı, basitçe ifade edilirse, kamusal alanın kimlikler üzerinden kısıtlanmasından ibaretti ve bunun 'Türk ve laik' kimliğe bahşettiği gücü kullananlar özellikle 28 Şubat'ta askerle doğal bir dayanışma içinde oldular.
12 Eylül ağır sonuçlar yarattı ama o hesaplaşma aslında kimseyi rahatsız etmiyor... Çünkü laik kesim söz konusu sürecin maddi ve manevi sahipliğini yapmadığı gibi solcular üzerinden hırpalandı da. 12 Eylül rejime ödenmesi gereken bir diyetti sadece. Ama 28 Şubat öyle değil... 28 Şubat laik kesimin bizzat darbe yapmasını, suç ortağı olmasını ifade ediyor. O nedenle de muhtemel bir rövanştan korkuluyor...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.