Türkiye geçmişiyle yüzleşirken, malum medyanın tavrında önemli bir değişiklik gözlenmiyor.
Yenilgiye doymayan pehlivan gibi, bu sefer de yüzlerini şike davasına çevirdiler.
Aynı medya aynı kadrolarla, “İmamın Ordusu”nu şimdi de şike davasında arıyor!
Aramakla kalmıyor, Fenerbahçe Kulübü’nün Fethullah Gülen tarafından ele geçirileceği yalanını yayıp duruyor.
Önce algıyı oluşturuyor bu medya, sonra da kendi yarattığı algının doğru olabileceğine dair bir tartışma başlatıyor ve gündem belirliyor.
Hiçbir ülke, Vietnam dâhil, sanırım bu kadar hesapsız ve amansız bir psikolojik savaşa sahne olmadı.
Korkan, korkutulan, Türkiye başkalarına kalacak diye adeta uyarılan, kışkırtılmış kalabalıkların zaman zaman yaşadığı cinnet halinin bu kadar hafif atlatılıyor olmasına şükretmek lazım..
Soğuk Savaş medyasının, usulleri, yöntemleri ve hayaleti dolaşıyor ortalıkta.
İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğinin farkında olmayan ve hâlâ ormanlarda saklanan Japon askerleri gibi, bir zamanlar bizde de, Soğuk Savaş’ın bittiğinin farkında olmayan generaller ve onların medya patronları, medya erleri vardı.
Generallerin sesi kısıldı, ama onlar adına konuşanların medyadaki sayılarında bir azalma yok.
Ergenekon davasına karşı çıkıyor, davayı itibarsızlaştırmaya çalışıyorlardı.
Islak imza filan, CD MD, delil melil dediler, toplumu ikna edemediler ve başarılı olamadılar.
Geriye, döne döne Silivri’nin yemek mönüsünü, dar hücrelerini yazmak kaldı.
Hücreler genişlesin, havalandırma saatleri artsın, buna kim itiraz edebilir ki?
Ama şunu da unutmayın, militarizmle yüzleşmenin bu ülkede vardığı yer, 12 Eylül ve 28 Şubat sürecidir artık.
Fazla değil, iki üç yıl öncesine kadar da durum sanki Ergenekoncuların lehine sonuçlanacak gibi görünüyordu. Bu davalardan bir şey çıkmaz inancı yaygındı. Bütün davalarda Cemaat’in parmağı aranıyordu.
Hadi çok uzaklara gitmeyelim, ama bu ülkenin en azından yakın tarihine “nemelazım” deyip vaktiyle ecnebi kalmışsanız, buna dair hafızanız tertemizse veya sonradan itinayla temizlenmişse, Taraf’ı elinize aldığınızda bu gazete acaba Türkiye’de mi yoksa Latin Amerika ülkelerinden birinde mi, mesela Arjantin veya Şili’de mi çıkıyor diye hayrete düşmemeniz mümkün değildi.
Taraf’ta yer alan haberler, yazılar, analizler, hâkim medyaya kıyasla, ve birer istisna olarak; iç çatışma yaşamış, on yılda bir darbelerle ezilmiş bir toplumun hâli pürmelalini anlatıyor, gündeme taşıyordu.
Ve doğrusu Taraf’ın üstlendiği misyon bu hâllere ait hafızası olmayanların; hayatında hiç damdan düşmemiş olanların anlayabileceği türden bir misyon değildi.
Hatırlayalım hep beraber.
Ergenekon, Balyoz gibi davalar görmezlikten geliniyor, köşe yazıları eşliğinde itibarsızlaştırma kampanyaları düzenleniyor, bu davalardan bir şey çıkmaz deniyordu.
Ama böyle olmadı, bu davalardan çok şey çıktı ve birden, hafızası patladı toplumun.
Militarizmle, askerî darbelerle hesaplaşma süreci kesintiye uğramadan ve her geçen gün daha da büyüyen bir toplumsal kabulle ilerlemeye devam ediyor.
12 Eylül davası başladı, iki duruşması yapıldı bile. 28 Şubat soruşturmaları sürüyor, tutuklamalar, gözaltılar devam ediyor. Meclis’te son bir yıl içinde kurulmuş, tümü de geçmişle hesaplaşma sürecine katkı sağlayacak çok sayıda yeni komisyon var.
Dersim Komisyonu, Darbeleri Araştırma Komisyonu, Faili Meçhullerle ilgili komisyon, ve başkaları..
Bakanlar Kurulu son toplantısında, “İnsan Hakları Kurumu” için karar aldı ki, bu da son derece önemli bir gelişme ve fazlasıyla heyecan verici.
Psikolojik savaş ayıp kaçıyor artık.
İçinde bulunduğumuz süreç, ortaya çıkan hakikatlerin hesaba katılmadan siyaset yapılamayacağı, dahası hiçbir partinin bu hakikatlere rağmen yola eski usul ve anlayışlarla devam edemeyeceğini gösteren bir süreçtir.
Bunca travmanın yaşanmasına yol açanlar, geçmişteki ihlallerden payı olanlar, ihlallere giden yolu “kitle katillerine” açanlar bugün hesap veriyor.
Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Yahudi, Rum, Arap, her kesimden, adalet talebi yükseliyor.
Adalet arayışının toplum vicdanında gelip durduğu yeri anlayabilmek için Berfo Ana’nın o yaşlı haliyle, 12 Eylül davasının Ankara’da görülen duruşmalarına herkesten önce ve tekerlekli sandalyeyle gelip her defasında Kenan Evren’e yağdırdığı beddualarına kulak vermek yeter.
Askerî darbelere ve tabii Kürt savaşına birer kurban vermiş herkesin anasıdır Berfo Ana.
Emin olun eğer İttihatçılar ve Kemalistler Ergenekon davasını halkın gözünde itibarsızlaştırabilselerdi, ne 12 Eylül davası olurdu ne 28 Şubat soruşturması..
Bu defter bir daha açılmamak üzere kapanırdı. Dolayısıyla bu davaların itibarsızlaşması için çaba gösteren, katkı sunan, ve Kürtler’e de, “uzak durun” tavsiyesinde bulunan herkes tarihe karşı sorumludur.
Militarizmle, darbelerle hesaplaşma sürecek. Ama bu hesaplaşmayı boşa çıkarmak isteyenlerin uğraşları da boşa gitmiş sayılmaz. Bu çağda ve bunca hakikate rağmen bu ülkede halkın eğer yüzde 17’si hâlâ darbeden yanaysa, oturup hep beraber düşünmeliyiz. Mümtaz’er Türköne’nin tesbiti yerindedir, yüzde 80’e sevinip rehavete kapılmanın anlamı yok. Çünkü yüzde 17 yüksek bir oranı ifade ediyor. Siyasi partilerde durum tahmin edilebileceği gibi olsa da, BDP’ye oy vermiş insanların yüzde 9’unun darbeden yana olması çok düşündürücüdür. AKP’deki yine yüksek oranın –yüzde 12–, sebebini, partinin giderek uzaklaştığı düşünsel mirasında aramak gerekir. O düşünsel mirasın bazı alanları, militarizme çok kapalı değil.
Peki, BDP’ye oy veren insan, neden darbe istiyor acaba?
Nereden bakarsanız bakın, cevap aranması gereken bir soru bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.