Amerika'da tam bir Türk çıkarması yaşanıyor. Chicago'da başlayan NATO Zirvesi, New York'taki Türk Yürüyüşü neredeyse devletin zirvesini Amerika'ya taşıdı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün Amerika'da.
Cumhurbaşkanı Gül'ün, 19 Mayıs Bayramı münasebetiyle Büyükelçi Namık Tan'ın verdiği resepsiyonda altını çizdiği konu, Türkiye'nin yakın çevresinde yaşanan olaylar nedeniyle Amerika-Türkiye ilişkilerinin bugün çok daha güçlü olduğuydu.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan değişim Washington ile Ankara'yı birbirine mahkum etmiş durumda. Diplomatik ilişkilerde gel-gitler yaşayan iki müttefik bir yılı aşkın bir süredir ilişkilerinde zirve yaşıyor. Bu gerçeği vurguluyordu Cumhurbaşkanı Gül...
Dışardan görünen veya görülmesi arzu edilen manzara şöyle:
Washington'ın Ankara ile ilişkileri, Arap isyanlarının patlak verdiği 2011 yılı başından bu yana son on yılın en parlak dönemini yaşıyor. Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı (Pentagon)'un Ankara'daki mukabilleriyle mükemmele yakın iyi bir ilişkisi var.
Kongre ile ilişkilerde ise iki yıl öncesi ile kıyasladığınızda gözle görülür bir iyileşme söz konusu...
Dışardan görünen veya görülmesi arzu edilen manzarayı biraz daha açmak gerekiyor. İki başkente arasında 1 Mart tezkeresinin sebep olduğu tahribatta, Bush döneminin artık son bir yılında 'göreceli iyileşme' dönemine girilmişti.
PKK'nın ABD'lilerce ortak düşman edilmesi Başbakan Erdoğan Kasım 2007'de Beyaz Saray'ı ziyaret ettiği sırada Bush tarafından ilan edilmiş, Cumhurbaşkanı Gül'ün 2008 Ocak ayı başına denk gelen Washington ziyaretinde ise 'ortak düşman' vurgusunun altı bir kez daha çizilmişti.
Ankara'nın bu dönemde en büyük kazanımı Washington'ın Ankara ile "istihbarat paylaşımına" gitmiş olmasıydı. Anlık istihbarat paylaşımı Türkiye'ye PKK ile mücadelesinde kuşkusuz büyük avantaj sağladı, sağlamaya devam ediyor.
Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki 'one minute' çıkışı öncesi İsrail'in Gazze'ye Dökme Kurşun Harekatı, Davos çıkışı, Tel Aviv ile Ankara arasında yaşanan 'alçak koltuk' olayı gibi diplomatik krizler, 31 Mayıs 2010'da İsrail'in uluslararası sularda Mavi Marmara gemisine saldırarak 9 Türk vatandaşını katletmesi ve sonrasında gelen BM Güvenlik Konseyi'ndeki İran yaptırımlarına Türkiye'nin "hayır" oyu, iki başkent arasında 1 Mart dönemine benzer bir kriz döneminin yaşanmasına neden oldu.
Söz konusu krizler olduğu yerde dururken Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı sarsmaya devam eden Arap Uyanışı, iki başkenti krizleri dondurup yakın işbirliğine sevk etti.
Fotoğrafın bu kısmında şimdilik ciddi bir sorun gözükmüyor.
Wall Street Journal (WSJ)'in bir kenarına Uludere'deki faciayı koyarak geçtiğimiz hafta içinde silahlı insansız hava araçları, diğer adıyla predator (MQ-9)'ların Türkiye'ye satışını haber yapması birçok tartışmayı da yeniden tetikledi.
Mükemmele yakın ilişkide sorunlu yönü ortaya koyuyordu WSJ'nin haberi...
Türkiye, PKK ile daha etkin mücadele etme yolu olarak gördüğü Amerika'nın füze atma kabiliyetine sahip predator'lerden satın almak itiyor.
Fotoğrafın görünen yüzünde Beyaz Saray ve Savunma Bakanlığı prensipte Türkiye'ye predator satışına sıcak bakıyor.
Geçen yıl yapılan BM toplantıları sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin bu beklentisini Başkan Barack Obama'ya aktardı. Erdoğan, bazılarının kiralanabileceğini, esas taleplerinin ise satın almak olduğunu o dönemde yaptığı açıklamalarla da dile getirdi.
Beyaz Saray, Ankara'nın bu talebine sıcak bakıyor. Hatta satıştan yana olduğunu ama aşılması gereken ciddi bir Kongre muhalefeti olduğu argümanını koyuyor Ankara'nın önüne.
Bunu açık bir şekilde, ABD Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Alexander Vershbow, Kasım 2011'de Amerikan-Türk Konseyi toplantısı sıralarında dile getirmişti. Vershbow, yönetim olarak bir yıldır (açıklamanın üzerinden bir yıl geçtiğine göre artık iki yıl diyebiliriz) gözden geçirdiklerini ve prensipte desteklerini söylemişti. Vershbow'un, predator'lerin satışına "Bozuk olan Türkiye ile İsrail'in ilişkilerinin olumsuz etkisi sır olmadığı" yönündeki sözleri, Kongre'nin muhalefeti ve engelini "resmi" olarak dile getirmesiydi aslında.
WSJ'ın haberi, hiç ilgisi olmadığı halde Türk medyasında "önce kim gördü", "istihbarat Amerika'dan geldi mi, gelmedi mi" gibi boyutlarıyla tartışılırken, daha ilginç tarafı, sanki predator'lar Türkiye satılıyordu da, işte nasıl kullanacaklarını bilmeyen müttefiklere verildiğinde doğurabileceği sonuçlar gözetilerek yeniden gözden geçirilme sürecine alındı.
Şurası bir gerçek. Uludere'deki katliam daha yaşanmadan önce Ankara, başkent Washington'da predator'lerin alımı için daha fazla baskı yapmaya başladı. Kamu Güvenliği Müsteşarı Murat Özçelik'in 2012 başındaki Washington ziyaretinde de, iki hafta önce başkentten geçen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in temaslarında da ana gündem maddeler arasındaydı predator satışı.
Silahlı insansız hava araçlarının Türkiye'ye satışında, Washington yönetiminin mevcut pozisyonunda, satışa sıcak baktığını daha sıcak dile getirmesinden öteye bir değişiklik olmadı. Bu sıcaklıktan bile rahatsız olanlar WSJ haberiyle bir sabotaja yönelmek istemiş olabilir.
Hepsi bir yana, yürek burkan bir tarafı ortaya koydu WSJ bu haberi ile.
2008'den bu yana Türkiye ile anlık istihbarat paylaşımı yapıyor zaten Amerika. Irak'taki predator'ler de artık İncirlik'ten havalanıyor.
Kim önce görmüş, kim haber vermiş kim vermemiş, ne önemi var?!
34 köylü çocuğun parçalanmış bedenleri girdiği toprağın altına. Olayın üzerinden neredeyse altı ay geçti. Olayın hala ortada olması, tek bir sorumlunun cezalandırılmaması vicdanları kanatıyor.
Önemli olan önce kimin gördüğü veya istihbaratı verdiği mi, yoksa her hallerinden "kaçağa" çıkmış minik yüreklere kimlerin kıydığı mı?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.