Önümüzdeki bir yıllık dönemde pratik açıdan en kritik konunun ekonomi olacağının herkes farkında... Türkiye’nin gündeminde siyasi etkileri çok daha derin olabilecek konular tabii ki var. Suriye, Irak ve Körfez’deki gelişmelerin tüm Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirecek bir noktaya doğru yönelmesi listenin başında yer alıyor. Tarihsel açıdan ‘kısa’ bir süre içinde bu coğrafyada saflar yeniden oluşacak ve her ülkenin ‘yeri’ ve birbirine karşı konumu yeniden belirlenecek. Bu da her ülkenin orta vadede avantaj ve dezavantajlarını açığa çıkartarak yeni stratejilerin üretilmesine neden olacak. Dahası büyük ülkelerin bölgedeki çıkarları ve enerji hesapları nedeniyle, seçilen her konum ve strateji önceden hesaplanması zor artı veya eksiler üretebilecek. Nihayet bu tablodan ne denli başarılı çıkılabildiği Avrupa karşısındaki ve Kürt meselesindeki uzun vadede gerçekçi alternatifleri ortaya çıkaracak.
***
Böylesine hayati bir tercihler yelpazesinin arifesinde ekonominin ön plana çıkması bir talihsizlik. Türkiye’nin aklının dünyanın yeniden biçimlenmesi sürecine odaklanması ve bunun geniş bir toplumsal tartışma zemini üzerinde yapılabilmesi iyi olurdu. Ne var ki ne böyle bir devlet ve toplum geleneğimiz var, ne şu anki iktidar bu tür açılımlara yatkın, ne de kısa vadeli siyasetin gerekleri sağduyulu ve sakin bir fikir olgunlaşmasına izin veriyor.
Cumhurbaşkanlığı sistemi yüzde ellinin geçilmesini gerektirdiği için ilk bakışta demokratik bir tutumu davet eder gözükse de, bizdeki siyasi kültür ve zihniyeti veri aldığımızda ‘çözümün’ popülizmde aranacağını tahmin etmek zor değil. Bu ise bir sonraki seçimde ellinin nasıl geçileceği sorusunu birincil kılıyor ve konu ekonomiye gelip sıkışıyor.
AK Parti iktidarının da önünde 2018 ortasına kadar neticesi görülecek bir ekonomi sınavı var. Bütün iyimser beklentilere karşın zor bir yıl olacağı belli… Sanayi üretimindeki artış en büyük elli küsur firmanın performansıyla oluyor ve bu şirketlerde istihdam artmıyor. Halen tüketim ve kamu harcamaları bazlı büyüme çarkının içindeyiz. Bu durum enflasyonu, faizleri ve dövizi yukarı çekiyor, maliyet yapılarının bozulması işsizliğe ve orta boy üreticilerin finansal sıkıntıya girmesine neden oluyor. Piyasanın daralması ve özel sektörün temkinli tutumu ise hükümetin daha büyük kamu harcamalarından ve kamu istihdamının genişlemesinden medet ummasına yol açıyor. Böylece başladığımız noktaya dönüyoruz…
Bu ortam giderek belirginleşirken, geçen günlerde Hürriyet gazetesinde ilginç bir haber çıktı. Buna göre AK Parti kurmayları ‘önlerindeki en önemli sınavın ekonomi olacağını, o nedenle de Erdoğan’ın uyumlu bir kabine ve ekonomi yönetimi planladığını’ söylemekteydi. Artık ‘ortak karar’ dönemi başlayacak, kabinede ‘birlikte üretme’ yeteneği olan isimler yer alacaktı. Aynı habere göre AK Parti kulislerinde, Erdoğan’ın Ali Babacan’la bir araya gelerek bir değerlendirme yaptığı da ifade ediliyordu. Ancak haberin devamı gelmedi. Hiçbir gazeteci ne Erdoğan’a ne de Babacan’a görüşme ile ilgili soru sormadı. Çok muhtemelen bu soruların sorulmasının anlamsız olduğunun ve istenmeyen bir cevap alınması ihtimalinin farkındaydılar. Çünkü böyle bir görüşme olmamıştı… Haberin içeriği kamuoyunda olması istenen algıya tekabül ediyordu ama gerçekte haberin anlattığı türden bir değerlendirme yapılmış değildi.
***
İktidar muhtemelen rasyonel, reformcu ve demokratik bir ekonomi yönetimi alternatifine sahip olduğunu görüyor. Ancak bunu istiyor mu bilemiyoruz… Popülizme yönelik her adım istenmediğinin işareti olacak ve 2019 seçimini de zora sokacak. Çünkü popülizm yoluna girmek ona mahkum olmayı getirebilir ve iktidar o yolda ‘biraz daha’ ilerlemek zorunluluğunun olumsuz sonuçlarından kaçınamayabilir…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.