Suriye’de siyasi çözüm yaklaşırken, PKK hızla bir yol ayrımına giriyor…
PKK, ABD tezine uygun bir anlayışla, PYD’nin askeri ve siyasi örgütlenmesiyle Suriye’ye özgün bir yapı olarak şekillenmesine müsaade mi edecek?
Yoksa…
Türkiye tezini haklı çıkaracak bir biçimde, PYD’yi ‘PKK’nin Suriye kolu’ olarak mı tutacak?
Batı için önceliğin IŞİD’e karşı mücadele, Kürtler içinse ‘Kürdistan savunması’ olduğu savaş sürecinde, herkes için rasyonel olan bu soruların ertelenmesiydi…
Ancak, günün sonunda masada kimin hangi sıfatla yer alacağının belirmeye başladığı siyasi çözüm aşamasında, bu sorulara bir yanıt üretmek artık kaçınılmaz görünüyor …
Ve nihayetinde bu yanıtın yalnızca PYD’nin değil, PKK’nin de kaderini tayin edeceği muhakkak.
Savunuculuğunu yaptığı davanın haklılığı ve buna bağlı olarak sağladığı kitlesel destek bir yana, PKK’yi bugüne kadar ayakta tutan en önemli faktör, siyasal dinamiklerin değişimini yapısal bir dönüşümle karşılama/yönetme becerisi oldu: Ortadoğu ölçeğinde sözkonusu değişim bağlamında SSCB’nin çöküşü/1991 Körfez Savaşı ve 2003 Irak işgali en önemli eşiklerdi. PKK bu eşiklerin ilkinden ideolojik yapısında, ikincisinden ise örgütsel yapısında bir dönüşüm gerçekleştirerek geçti.
Ancak, PKK’nin 2011 Arap Baharı ile gelişen yeni değişim dalgasına henüz bir dönüşümle karşılık verdiği söylenemez. Son beş yılda savaş alanında elde edilen kazanımların siyaset alanına bir türlü tahvil edilememesinin en önemli nedeni de bu galiba…
Şu bir gerçek ki, ‘merkez’i çeşitliliği ve çoğulluğu içerseyecek biçimde yeniden inşanın ifadesi olan KCK örgütlenmesi artık ihtiyaca yanıt vermiyor. Her bir parçanın kendine özgü sorunları acil ve KCK üzerinden belirlenen bir öncelik sıralamasıyla bu sorunlara çözüm yaklaşımı bir sonuç almayı geciktiriyor.
Bugün PKK üzerindeki en büyük baskının bir an önce sonuç alma beklentisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira PKK sonuçsuz bir başarı hikayesi olmanın ötesine bir türlü geçemedi…
Bu bağlamda, 1990’lı yılları tecrübe etmiş PKK kadrolarının Güney Kürdistan’a ilişkin ortak tespitine atıfta bulunmak yerinde olur: ‘Biz savaştık, onlar kazandı’…
Bu tespit bazen de ‘Güney’in kazanımları bizim sayemizdedir’ şeklinde ifade edilir…
Aslında bu tespit aynı zamanda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni sahiplenme duygusuna da işaret eder, ki bugün peşmerge saflarında savaşan PKK’liler hiç de azımsanmayacak bir sayıdadır.
Yine de PKK hanesine yazılacak somut bir ‘zafer’ kazanamamış olmanın burukluğu baskındır…
Bugün somut bir zafer arifesinde olan Rojava’nın benzer bir burukluğu yaratıp yaratmayacağı meçhul, ama PKK’nin özellikle lider kadrosunun yaşanmışlıkları ve yaşları itibariyle, bir zaferi daha ıskalamaya tahammüllerinin olmadığı açık…
Günün sonunda tüm bu sorulara verilecek yanıtın yalnızca PKK iradesine bağlı olmayacağını öngörmek yanlış sayılmaz.
Sahada olup bitenler PYD’nin her geçen gün PKK’den kopuşunu hazırlayan bir nitelik taşıyor. PYD, silahlı gücü YPG ile birlikte uluslararası askeri ve siyasi aktörlerle işbirliği yapabilme kapasitesi ölçüsünde meşru bir aktör olarak sivriliyor, PKK ise HPG güçleriyle Şengal’de bile tutunmakta zorlanıyor. Bu arada PKK’nin Şengal’deki mevcudiyetinin Kandil’den daha fazla öne çıkmasının nedeninin PKK-PYD ilişkilerini koparmak olduğunu da tahmin etmek zor değil…
Ezcümle, deyim yerindeyse PKK’ye askeri ve siyasi bir ‘yap-işlet-devret’ rolü dayatılıyor…
2012 yılında Radikal İki’de ‘PYD Hakkında Bilmediklerimiz’ başlığı altına kaleme aldığım yazıda, PYD’nin kuruluşunun PKK’nin tasfiyesi projesi olarak nasıl planlandığına değinmiştim.
Aslında bugün yaşananlar da o gün yapılan planlamanın raftan indirilmesinden ibaret…
Dolayısıyla ne ABD ne Türkiye ne de PKK için yaşanan gelişmelerin sürpriz bir tarafı yok…
Sözkonusu yazımda öngördüğüm gibi, ABD bu planla tutarlı bir yaklaşım sergileyerek PYD’yi tanımakta ve işbirliği yapmakta gecikmedi…
Ama Türkiye direndi ve kaybetti…
PKK ise direnmeyi mi yoksa dönüşmeyi mi tercih edecek, onu da yakında öğreniriz… (Artı Gerçek)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.