Gazeteye yazan arkadaşlarımız arasında PKK ve silahlı mücadele konusunda uzun zamandır bir tartışma yürüyor.
PKK ve dolayısıyla onun temsil ettiği siyaset için ne düşündüğüm biliniyor.
Bu konularda başıma bela alacak kadar, epey yazdım ve epey de konuştum.
Ayrıca, iki yıldır yazmakta olduğum ve tamamen bu konuya ayrılmış bir kitap yakın zamanda basılmış olacak.
Bu köşede zaman zaman okuduğunuz yazıların tekrarına girmeyeceğim.
Ama galiba Kürt sorununda şiddet meselesini de aşıp, bir yanıyla Taraf’ın yayın politikasını ve yazarlarını hedef alan malum tartışmaya daha fazla bigâne kalmak doğru olmaz.
Gelelim tartışmayı tetikleyen asıl konuya, yani şiddet meselesine.
Siyasi haklar için şiddete başvurulmasını Kürt toplumu bence artık reddediyor.
Kürt toplumu, siyasi kazanımların yeni bir savaşla değil, barışla ve barış içinde gelişebileceğini düşünüyor.
Bu benim kişisel kanaatim, ama bilen biliyor, bu kanaat gurbetlik yıllarımda edindiğim bir kanaat da değil.
Nabi Yağcı’nın perşembe günü yazdığı yazıyı hatırlamanızı rica ederek devam etmek istiyorum.
Geçen salının Taraf’ını nerdeyse bir ‘karagün’ gibi yaşamış Nabi dostumuz, inşallah bu yazıyı okuduktan sonra bu pazartesiyi de, ikinci ‘kara gün’ olarak ilan etmez...
Nabi Yağcı, böyle bir hissiyatı ve böyle bir bedbaht günü ilk kez yaşamıyor bildiğim kadarıyla.. Daha önce de benim Kürt Genel Kurmay sitesinden açıkça ve izaha muhtaç olmayacak bir biçimde aldığım tehdide tepki olarak Sevgili Ahmet Altan’ın “Utan PKK” yazısı karşısında da aynı duyguları yaşamıştı. Ahmet Altan’la aralarında bu ‘aşırı ve haksız yazı’ nedeniyle bir tartışma geçtiğini de biliyorum. Bu tartışmayı bizzat kendisi benimle İstanbul’da bir akşam yemeğinde paylaştığı için biliyorum, yoksa Fethullah Hoca’nın gazetedeki ajanlarından filan duymuş değilim!
“Nabi Yağcı,” diye düşünmüştüm içimden, “güngörmüş adam, Kürt özgürlük mücadelesine çok tanımasa bilmese de büyük hürmeti var, dahası, sol içindeki infazlarla dolu hatıralardan çıkıp gelmiş biri; ortada cinayetle sonuçlanmış bir tehdit yoksa, koskoca Ahmet Altan’ın tutup ta ‘cinayete dönüşmemiş tehdit’i bahane ederek, ‘Utan PKK’ diye yazı yazmasını içine sindirememiş anlaşılan!”
Sonra da haliyle şu sonuca varmıştım:
“Böyle bir yazının yazılabilmesi için, sol ahlaka ve geleneğe göre, ortada gerçekleşmiş bir infazın olması gerekir diye düşünüyor olmalı!”
Birkaç okurum var beni de lütfedip okuyan. Lakin şimdiye kadar Yağcı’yı üzen konularda kimse bana bir şey yazmış değil. Ama Aysel Tuğluk’un favori yazarı olmak –bu kabahat değil, yanlış anlaşılmasın lütfen, ama sonuçlarını tartışmamız da kabahat olmamalı–, Murat Karayılan’ın, Taraf yazarlarını, ‘Dönek’, ‘Kontra’ ve’ Mücadele Kaçkını’ olarak üçe ayırdığı kategorik sınıflamadan hiç birine girmediğini düşünmek, bu anlamda Taraf ve Ahmet Altan dâhil Taraf’ta yazan herkes ‘Kürt düşmanıyken’, Kürt dostu ilan edilmek, öyle anlaşılıyor ki, insanın dikkatli okur sayısını arttırıyor. O türden okur arada bir bana da yazıyor. Ama görüş bildirmek veya yazılarımı tartışmak için filan değil, Kürtlerin tanrısına karşı çıktığım için ebediyen lanetlendiğimi hatırlatmak için yazıyor..
Anladığım kadarıyla aynı okurlar, Taraf’ın şu katlanılmaz bir hâl alan yazıları ve manşetleri konusunda duydukları hissiyatı Yağcı’yla paylaşmaktan epey hoşlanıyorlar. Onlar onunla, o da bizimle paylaşıyor bu hoşnutsuzluğu.
Gürbüz Özaltınlı kardeşimizin Ankara’daki dost sofrasında konuşulanlarla devam edelim şimdi.
Bu sofrada buluşan arkadaşlar, Nabi Yağcı’nın aktardığına göre, Türkiye Kürtlerini, siyasi tercihleri ve sosyolojileri itibariyle üçe ayırmışlar. 1. Asimile olanlar. 2. Asimilasyona karşı olan, ama entegrasyondan yana ve genel olarak AKP’de temsil edilen Kürtler. 3. Etnik kimliği önemseyen, otuz yıldır ağır bedeller ödeyen, hedefleri için savaşmayı meşru bulan, ölen öldüren Kürtler.. Bu gurubu da PKK temsil etmektedir.
İlk iki grup için söylenecek fazla bir şey yok. Belki şunu kaydetmek doğru olabilir. Kürtlüklerini inkâr ederek bugüne kazasız belasız ulaşan bazı Kürt ailelerin derin bir travma içinde olduklarını biliyorum. Bu ailelerin yaşlı kuşağı, şimdi torunlarının, “Neden bize Kürt olduğumuzu söylemediniz, neden bizim kim olduğumuzu gizlediniz” türünden sorularla karşı karşıyalar. Neyse, bu konuları bir gün Kürt ve Türk akademisyenler merak etmeye başlarsa, işin esasını da öğrenme fırsatı bulacağız. Ama yine bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet tarihinde bu konulara kafa yoran bir tek İskilipli İsmail Hoca’mız oldu. Kürtler hakkında duyduğumuz merakı, akademik kariyerini kaybetme ve ömrünün 18 yılını hapishanede geçirme pahasına az çok gidermeye çalıştı.. Ama o zamanlardan bu güne, bünyesinden bir Beşikçi daha çıkarmamak için yemin billâh etmiş akademi, Kürt meselesini medyaya havale ettiği için, ikinci bir Beşikçi Hoca’ya sahip olamadık.
Yani Kürt sosyolojisi üzerine ne konuşursak konuşalım, nihayet kendi fikirlerimizi söylemekten başka bir şey yapmış olmayız. Kimsenin elinde sağlam veriler yok yani.
Biraz gözlem, biraz yaşanmışlık ve biraz tanıklık.. Bir o kadar da, savaş ve şiddete dair sarsıcı hakikatler.. Hepsi bu.
Gelelim masada konuşulan Kürt sosyolojisine. Evet, Kürt siyasi sosyolojisi bir yönüyle bu. Ama üçüncü grupta tarif edilen Kürtler’in daha farklı olduğunu düşünüyorum.
Yerimi aştım, perşembeye devam edeceğim..
***
Gününüz kutlu olsun çocuklar. Çok yaşayın, ama bizim gibi yaşamayın..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.