PKK ile müzakerelerin çok iyi gittiği her şeyin rayına oturduğu söyleniyor. Bu bilgiyi Erdoğan ve Davutoğlu’na veren siyasiler/muhtemelen onları besleyen güvenlik bürokrasisi elemanlarının gerilla savaşı tarihi ve PKK tarihi üzerine kapsamlı bir okuma yaptıklarından şüpheliyim. Bu durum onları sahte bir iyimserlik ile karanlıkta el yordamı ile yürümeye itiyor.
2006’dan buyana bu sahte iyimserlik, PKK’nın sürekli alan kazanmasına, güçlenmesine, verdiği sözleri tutmamasına, zafer kazandığı duygusunu yaşamasına ve talep çıtasını yükseltmesine neden olmuştur. İktidar tarafından yanlış bir şekilde sürdürülen müzakere sürecinde (ileride bütün dünyada okutulacak terörizm tarihi çalışmalarında Türkiye sürdürülen müzakere süreci yanlış ve devlet güçlerini yenilgiye mahkum eden müzakere süreçlerine örnek olarak anlatılacaktır.) PKK tarihe AKP gelecek seçimlere yönelik oyun kurgulayınca bu süreçten PKK galip çıkmakta, Türkiye mağlubiyete doğru sürüklenmektedir. Ulaşılan aşamada artık PKK’nın geri alınması mümkün olmayan kazanımlar elde ettiği fikri, AKP iktidarı/bürokrasisi dışındaki siyasi ve bürokratik çevrelerde de gittikçe daha fazla zemin kazanmaya başlamıştır. Bunun diğer adı, PKK karşısında ruhi mağlubiyet zemininin oluşmasıdır.
Türkiye’nin 1984’den buyana yaşadığı sürecin teknik adı düşük yoğunluklu çatışmadır. Düşük yoğunluklu çatışmanın siyasî yönü asla göz ardı edilmemelidir. Konvansiyonel bir savaşta ulusal gücün bütün unsurlarının orduyu desteklemesi gerekir. Oysa düşük yoğunluklu bir çatışmada ulusal gücün siyasî, ekonomik, kültürel ve sosyal unsurlarını destekleyen ordudur. Bu da, düşük yoğunluklu çatışmanın esas hedefinin, özünde, askerî değil de siyasî olduğu anlamına gelir. Sivil güç, askerî destekle erişilebilecek siyasî hedefler geliştirmelidir. Düşük yoğunluklu çatışma bir savaş değildir; ne var ki, askerler ve siyasîler tarafından savaşta gösterilen kararlığa benzer bir kararlılıkla, adanmışlıkla ve felsefe ile yürütülmesi gerekir.
Esasen PKK ile yürütülen müzakere süreci de düşük yoğunluklu çatışmanın bir parçasıdır. Müzakere süreci çatışma sürecinin devam ettiği dönemdir. Bu dönemde taraflar, hem dağda/şehirde hem masada güçlerini korumak için pozisyon savaşına devam ederler. Dağda/şehirde güç kaybeden masada da güç kaybeder. Yukarıda kaydettiğimiz AKP Hükümetlerinin gelecek seçim odaklı müzakere stratejisinden dolayı, 2006’dan buyana dağda ve şehirde kazanan PKK sürekli masada da kazanmaktadır. Oysa, PKK “barışı” ve “Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözümü” en güçlü olduğu noktada değil, en zayıf, hırpalanmış, çatışma arzu ve iradesinin kırılmış olduğu noktada isteyecektir.
Bu süreci durdurmanın tek yolu, devletin, PKK’ya rağmen bütün ülkede, dağında ve şehrinde kamu düzenini sağlamak için zor kullanmasıdır. Çünkü PKK zor ve güç dışında bir siyaseti genetik kodları itibarı ile tanımayan bir stalinist/pol potist örgüt zihniyetine sahiptir. “Müzakereler devam etsin” niyeti ile iktidar tarafından gösterilen her siyasi iyi niyet yaklaşımı PKK tarafından zaaf, güçsüzlük ve teslimiyet olarak okunmaktadır. Karayılan’ın 12 Şubat 2013’de “Açıkça söylemek gerekirse yenildiler, yenildikleri için de önderimizi yanına gidip diyalog kurma yöntemine başvurdular” şekildeki açıklaması bu ruh halinin en açık dışa vurumudur. Hükümet müzakere süreci için asker ve polisi kışlalarına/karakollarına kapatarak çatışma durdurma yaklaşımı sergilerken-Mart 2013’den buyana bölgede valiler TSK ve Jandarma’dan gelen 200’ün üzerinde operasyon talebini reddetmişlerdir- PKK, Duran Kalkan’ın kıra dayalı şehir gerillası stratejisi ile güneydoğu Anadolu’da şehirler işgal etmeye hazırlanmaktadır. Diğer bir ifade ile PKK 2015’de büyük bir ayaklanmaya hazırlanmaktadır. PKK artık tatmin edilmesi mümkün olmaktan çıkmıştır. Hükümetin her kabul ettiği talebi sonrasında “daha da fazlasını alabiliriz” psikolojisi ile hareket etmektedir.
Özetle, Başbakan Davutoğlu’nun söylediği gibi “Müzakere süreci Ortadoğu’daki en büyük başarı hikayesidir.” Ancak Türkiye için değil, PKK için. Türkiye’yi yöneten kadronun anlamamakta ısrar ettiği husus onların haklı çıkması durumunda müzakere sürecini eleştirenlerin üzülmeyeceği aksine ülkenin ve milletin birliğinin korunarak terörün bitmesinden mutlu olacağıdır. Bu durumda tarih bizi “aşırı endişeliler” olarak kaydedecektir. Bizim haklı olmamız durumunda ise -Batı Dünyası Nobel Barış Ödülü verse bile; Unutmayalım Gorbaçov’da Nobel Barış Ödülü almış ancak ülkesinin bölünmesine neden olmuştu- tarih Türkiye’yi yöneten kadroyu, “devlet yıkıcıları/millet bölücüleri” olarak kayda alacaktır. Artık iktidar için gelecek seçim değil, milletin ve devletin geleceği eksenli düşünmenin zamanı geçmek üzeredir. AKP’nin anlaması gereken, CHP ve MHP’nin AKP’nin rakibi, ancak düşmanı olmadığıdır. AKP’nin ve Türkiye’nin düşmanı, PKK ve siyasi uzantılarıdır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.