Dünkü yazımla ilgili olarak gelen bazı tepki, eleştiri ve sorular nedeniyle Hizbullah paralelinde kurulmakta olan Hür Dava Partisi (Hüda-Par) hakkındaki kapsamlı değerlendirmeyi bekletmenin gereksiz olduğu sonucuna vardım. Bu yazıyla dün kaldığımız yerden devam edelim, muhtemelen yeni yazılarla bu tartışmayı sürdürürüz.
İki ayrı ülkedeki toplumsal/siyasal gelişmeleri, aralarında ne kadar benzerlik bulunursa bulunsun aynılaştırmak yanlış ve yararsız olmanın ötesinde zararlı bir yöntemdir. Bununla birlikte farklı ülkelerdeki benzer hareket ve durumları karşılaştırmak anlamlı olabilir. İlginçtir Türkiye’de Hizbullah denildiğinde doğal olarak Lübnan’daki aynı adlı örgüt gelirdi, bir süredir bunun yerine Hamas konulur oldu. Bizdeki Hizbullah’ı Filistin’deki Hamas’a benzetenlerin PKK’yı El Fetih ile benzeştirdikleri açık. Ardından şöyle bir akıl yürütme yapılıyor: “Bir zamanlar İsrail yönetimi El Fetih’i zayıflatmak için Müslüman Kardeşler’in önünü açtı. Bizde de devlet PKK’yı İslamcı Hizbullah ile frenlemek istiyor.” Tabii bunun bir de devamı var: “Ama Hamas adını alan Müslüman Kardeşler zamanla öyle güçlendi ki İsrail devleti eskinin El Fetih’ini mumla arar hale geldi.”
Neden yanlış benzetme?
Bizdeki Hizbullah’ın Hamas’tan ziyade geçmişte olduğu gibi Lübnan Hizbullahı ile kıyaslanması daha isabetli olacaktır. Çünkü Hamas ile Türkiye Hizbullahının tarihleri nerdeyse zıttır: Filistin’de, özellikle Gazze Şeridi’nde dinsel, kültürel ve toplumsal bir faaliyet yürüten Müslüman Kardeşler teşkilatı önlerinin açık olduğunu (ve arkadan itildiklerini) görüp siyasete girince adını Hamas olarak değiştirdi ve belli bir süre direndikten sonra İsrail işgaline karşı silahlı mücadeleye de başladı.
Halbuki Hüseyin Velioğlu ve arkadaşları Güneydoğu’da Hizbullah’ı ilk günden itibaren tıpkı Lübnan Hizbullahı gibi İran Devrimi ve rejiminin etkisi altında radikal bir örgüt olarak, büyük ölçüde yeraltında inşa ettiler.
Farkı şöyle toparlayabiliriz: Filsitin’de barışçıl yöntemlerin Müslüman Kardeşler’i militanlığı öne çıkan Hamas’a dönüşürken Türkiye’de militan/silahlı Hizbullah yasal bir partiye, Hüda-Par şemsiyesi altında yoluna devam etmek istiyor.
Buradan Hizbullah-PKK, dolayısıyla Hüda-Par-BDP ilişkisi üzerine birkaç söz söyleyebiliriz. Dün şöyle yazmıştık: “Hizbullah’ı devlet-PKK ikileminde otomatik olarak devletin yanına yerleştirmek de bana pek gerçekçi gelmiyor. Hizbullah’ın, devlete sırtını dayayıp PKK ile rekabet etme yerine PKK ile ilişkilerini olabildiğince düzeltip yakın gelecekte ortaya çıkacak yeni statülerde güçlü bir yer edinme arayışında olduğunu düşünüyorum.”
En makul seçenek
Biliyoruz ki bu iki örgüt arasında, ara verilmiş de olsa bir kan davası var. Yine, Marksist-Leninist bir çizgiden adım adım Kürt milliyetçiliğine evrilen PKK ile radikal İslamcı Hizbullah’ın ittifakının pek mantıklı gözükmediği de açık. Bununla birlikte alternatifsizlik ve ortak hedefler açısından en makul seçeneğin bu olduğunu düşünüyorum.
Bu yazıyı “Derin Hizbullah” kitabımın Haziran 2011’deki yeni baskısından bir alıntıyla bitirmek istiyorum: “Kürt Sorununun çözüm sürecinde Kürtleri temsil açısından PKK ile birlikte yer almak Hizbullah için geleceğin inşası açısından hayati önem taşımaktadır. Şayet Abdullah Öcalan önderliğindeki PKK, devletle masaya oturup bu hayati soruna bir çözümün geliştirilmesine katkıda bulunursa, o masada yer bulamamış olan Hizbullah bölgede çok ciddi güç kaybına uğrayacaktır. PKK’nın son yıllarda İslam’a ve dindarlara bakışını yumuşattığı da akılda tutulursa, muhtemel bir çözümün sonrasında PKK hareketinin bölgedeki tek olmasa bile ezici güç olarak kalacağı gerçeğini Hizbullah da görmektedir. Sonuç olarak PKK’nın Hizbullah için bir fırsat ve aynı zamanda bir zorunluluk olduğunu söyleyebiliriz.”
Yazı bitti ama tartışma noktalanmış değil, hatta yeni başladığını söyleyebiliriz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.