PKK'nın aşağı yukarı son iki aydır, Güneydoğu'da yüksek yoğunluklu bir savaş stratejisi izliyor olmasının bir anlamı olmak gerekir.
Özellikle, Hakkâri'de, Bingöl'de son günlerde yaşanan ve neredeyse her gün acımasız bir kör şiddetle sürdürülen terörden, PKK'nın siyasi bir amaç öngördüğünü kestirebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Hiç şüpheniz olmasın: PKK, terörü düşük ya da yüksek yoğunluklu olarak sürdürüyorsa, bu, savaş stratejisinin siyasi stratejinin bir parçası olmasından dolayıdır.
Orhan Miroğlu, bu yılın başında yayımlanan 'Silahları Gömmek' adlı kitabında, bu meseleye ilişkin, son derece önemli bir tesbitte bulunuyor: Miroğlu'nun bildirdiğine göre, Abdullah Öcalan, 2000'li yılların başında İmralı'ya kendisini sorguya çekmek üzere bazı subayların geldiğini açıklamış ve şunları söylemiştir: "Bazıları komutandı, yetkili olarak konuştu. Bana 'siz güçlerinizi sınır dışına çektiniz, tek taraflı adım attınız, bundan sonra da tek taraflı adım atacaksınız. Ancak ordu, devlet, sizi dikkate almaz,' diyordu. Ben, devletin politikasını sordum. Onlar da 'Devlet bu düşük yoğunluklu savaşla sizi dikkate almaz. Savaşı tırmandırın, daha ciddi bir savaş verin, o zaman dikkate alınırsınız, sizi dikkate almak zorunda kalırlar,' diyordu."
Miroğlu'na göre, 'Öcalan, sivil siyasete, sivil siyasetin çarpışa çarpışa kaydettiği demokratik üstünlüğe değil, askerlere [...] inan[mış]; bu kişiler de [...] PKK'nın daha şiddetli savaşmasını tavsiye edip dur[muştur].' Ve yine Miroğlu'na göre, 'Öcalan'la görüşen ve savaşı tırmandırmazsa, devletin masaya oturmayacağını tavsiye eden komutanlar, sıradan komutanlar değildi[r].' Orhan Miroğlu, Öcalan'ı 'sık sık ziyaret edip sorgulayan ve tavsiyelerde bulunan' subayların adlarını da veriyor.
Pek iyi de, biri, önceki gün Balyoz davasından 18 yıl hapse mahkûm olan bu komutanların Öcalan'la yaptıkları görüşmelerden ve ona yaptıkları 'tavsiyeler'den sivil siyasetin haberi var mıydı? Hiç sanmam! Sivil siyasetin, yüksek rütbeli askerler aracılığıyla Öcalan'a, 'savaşı yüksek yoğunluklu olarak sürdürün ki, biz de sizi ciddiye alıp masaya oturalım!' şeklinde bir telkinde bulunmuş olmaları pek akla yakın görünmüyor!
Oysa görünen şudur: Askerî vesayetin hükümfermâ olduğu yıllarda, PKK meselesi, tamamiyle askerlere bırakılmıştır;- daha doğrusu, askerler PKK'nın sivil siyasetin değil, askerin meselesi olduğunu sivil siyasete kabul ettirmişlerdir. Nitekim, Orhan Miroğlu'nun yazdıklarından anlaşıldığına göre, Oslo görüşmelerine gelinceye kadar Öcalan'la görüşmeleri daima askerler yapmışlar, sivil siyaseti bu görüşmelerden uzak tutmuşlardır. O nedenle de Hakan Fidan ve sivil MİT mensuplarının Oslo'da PKK yetkilileri ile yaptıkları görüşmeleri, askerî vesayetin tasfiye edilmekte olduğunun çok önemli bir göstergesi olarak okumak gerekir.
Benim asıl hayret ettiğim, askerî vesayet devam ederken, yine Miroğlu'nun deyişiyle, Öcalan'la görüşmelerin yıllarca 'has Ergenekoncular' tarafından sürdürülmesine sesini çıkarmayan CHP'nin, PKK meselesinin sivil siyaset tarafından devralındığını göstermesi bakımından büyük önem taşıyan Oslo sürecini diline dolamasıdır. Aslında hayret etmemem gerekiyor;- CHP, askerî vesayetin tasfiye edilmiş olmasını henüz içine sindirebilmiş gibi görünmüyor çünkü!
Ve asıl önemlisi, terörü yüksek yoğunluklu tutmaya başlamakla PKK'nın, hâlâ 2000'li yıllarda Öcalan'a 'has Ergenekoncular' tarafından yapılan 'tavsiye'leri dinliyor olmasıdır!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.