2010 seçimlerinden hemen önceydi. Bir karşılaşmamızda Başbakan, sorduğum, "Sivilleşme süreci devam edecek mi" sorusuna, mealen "Demokratikleşme devam eder, ama asker, sivil ilişkilerinde şu an gelinen nokta ve denge iyi" şeklinde bir yanıt vermişti.
Seçim kampanyası AK Parti'nin üçüncü döneminde Kürt sorunundan askere değin, demokratikleşme meselesini arka plana itebileceğini akla getiren pekçok unsurla doluydu.
Sorumun arkasındaki endişe de buydu.
Nitekim o gün, Başbakan'a siyasi iradenin tek başına yapması gereken daha çok şey olduğunu söylemiş, jandarmanın durumunu hatırlatmıştım. Bir yönetmelik eksikliği (daha doğrusu askerin hazırlamaya yanaşmadığı bir yönetmelik) yüzünden il ve ilçelerde jandarmanın sicil amirinin vali değil, asker olduğuna işaret etmiştim.
"Asker de bu sorunların farkında" demişti Başbakan...
Ancak 1, 1,5 ay sonra, o "asker", Başbakan'ın gözünü dolduran o Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, yanına kuvvet komutanlarını da alarak istifa etmişti.
Toplu istifalar sonrası yaşadığı deneyim Başbakan'a, umarız, bu tür konularda "siyasi fayda kriterleri"nden çok "demokrasiye dair ilkeler"in önemli olduğunu göstermiştir. Umalım çünkü "bana yararlı mı yoksa zararlı mı" yerine "doğru ve meşru mu" soruları siyasetçilerin kolay sorduğu sorular değildir.
2004 yılında EMASYA'yı anlatınca Başbakan'ın "Böyle şey olur mu, hemen kaldırırız bunu" demesinden, tam 6 yıl sonra iptal edilmişti bu prototokol...
Balyoz Darbe Planı'nda EMASYA Planları ve birimlerinin, toplum, iktidarı takip etme ve darbe hazırlama araçlardan birisi olarak kullanılmak istendiği ortaya çıkınca kaldırmış hükümet bu protokolü...
Yani ne zaman?
Tehdit siyasi iktidara yönelince ya da siyasi iktidar bu tehdidi yakından görünce...
Yani işin ucu kendisine dokununca...
Şimdi gelelim Jandarma meselesine...
Benzer bir durumla karşı karşıyayız...
Türkiye'nin çeşitli yörelerinden gelen bilgiler kentsel alanlarda jandarmanın polise görev devri yapmaya direndiği, asayiş alanındaki rolünü korumak istediği yönünde...
Pelitli örneğin, Trabzon'un içindeki bir mahalle, Dink'in katillerinin mahallesi hâlâ jandarma bölgesi olmayı sürdürüyor.
Daha önemlisi, il ve ilçelerde görev yapan jandarma fiilen iç işlerine değil, askeri karargaha bağlı olarak çalışıyor.
Ve Türkiye'nin sivilleşme süreci, daha doğrusu siyasi iktidar bunu görmezden gelmeye devam ediyor...
Bu sorun önemlidir...
Demokratikleşme ve sivilleşme süreci yaşayan bir ülkede, jandarmanın bu konumu ve konumu koruma kararlılığı askerin geri dönüşüne açık bir kapı oluşturur, "pimi çekilmiş el bombası"nı ifade eder.
EMASYA Protokolü demokratik düzen açısından ne denli riskli idiyse, jandarmanın konumu ve direnci de o denli risklidir...
Nasıl?
Türkiye'nin mülki idare sistemine baktığımızda ilk göze çarpan husus, mülki teşkilata tâbi jandarma birimlerinin illerde valilerin, ilçelerde ise kaymakamların emir ve denetimi altında olduğudur.
Ancak bu, kâğıt üzerinde ve etkisi sınırlı bir kuraldır.
Nitekim vali ve kaymakamlar polisin ve diğer tüm kamu personelinin "sicil amiri" iken, jandarmanın sicil amiri, Jandarma Genel Komutanlığı üzerinden askerî otoritedir.
Vali ve kaymakamlar, polisler tarafından işlenen disiplin suçlarında "disiplin işlemi yapma" yetkisine sahipken, jandarma üzerinde dolaylı ve tabiatı gereği kullanılmayan disiplin yetkileri vardır, fiili yetki askerî karargâhtadır.
Jandarma atamaları ve görev yeri değişikliklerinde valilerin çok sınırlı (sadece il düzeyinde astsubay ve uzman çavuşlar olmak üzere) yetkileri bulunmaktadır.
Ne demektir bu?
Şu: Mülki amirler, suç işlenmesini önlemek, kamu düzenini ve güvenini korumak için gereken tedbirleri almakla yükümlü olmasına rağmen, bu teşkilat üzerinde yetkileri bulunmamaktadır...
Şu: Söz konusu olan bir tür özerkliktir. Özerk ve denetlenmeyen vesayet düzenine işaret eder.
Değişim ve sivilleşmenin tek adresi adliye ve süren Ergenekon ve Balyoz vari kovuşturmalar değildir...
Değişim kişilerden çok yapıların, anlayışların tasfiyesini gerektirir...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.