• BIST 9549.89
  • Altın 3002.717
  • Dolar 34.5123
  • Euro 36.1711
  • İstanbul 3 °C
  • Diyarbakır 6 °C
  • Ankara -1 °C
  • İzmir 6 °C
  • Berlin 11 °C

Peşinden koşulan bir yalan: Bediüzzaman’ın seyyidliği!

Abdullah Can

Bir ayet-i kerimede, Cenab-ı Hak, yalancıları şöyle teşhir ediyor: “Allah adına yalan uyduran ya da O’nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir?” (A’râf, 37)

Diğer bir ayette de, “Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ve yalancılığa devam etmeleri sebebiyle, Allah da bu işlediklerini, kalplerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir nifaka çevirdi.” (Tevbe, 77)

Müslüman’ın hayatında yalana yer olmadığını bildiren bir-iki hadis-i şerif de aktaralım:

“Safvân İbn Süleym (ra) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! Mü'min korkak olur mu?" diye sorduk. Resulüllah, "Evet!" dedi. Sonra, "Peki, cimri olur mu?" diye sorduk. O, yine "Evet!" dedi. Biz, "Peki, yalancı olur mu?" diye sorduk; bu sefer, "Hayır!" diye buyurdular." (Muvatta, Kelâm, 19)  

Yine, İbn-i Zübeyr, babasından rivayetle, Peygamber’imizden şöyle bir hadis nakleder: "Kim ki bile bile bana yalan nisbet ederse, ateşte(cehennemde) yerini hazırlasın!" (Buhâri, İlm, 38; Ebû Dâvud, İlm, 4)

Yalan bir lafz-ı kâfirdir” diyen Bediüzzaman ise, “Çendan faydalı da olsa, yalana hiç yer yoktur” ifadesiyle, yukarıdaki ayet ve hadisler ışığında bir rota çiziyor. Ona göre kizb(yalan); küfrün esasıdır, nifakın birinci alametidir, kudret-i İlahiyeye iftiradır, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır, ahlak-ı aliyeyi tahrip edendir. Âlem-i İslam’ı zehirlendirendir, âlem-i beşerin ahvalini fesada verendir, nev-i beşeri kemalattan geri bıraktırandır, Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvay edendir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel'ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.

Yalana dair aktardığımız ayet, hadis ve Bediüzzaman’a ait yorumdan sonra, ortalıkta sürekli dönüp dolaşan bir yalanı tekrar gündemimize almak zorundayız. O da, Said-i Nursî’ye nisbet edilen şu “seyyidlik” yalanıdır. Bu yalanın artık gündemimizden çıkmasını beklerken, biriler adeta düğmeye basıyorlar gibi, tekrar be tekrar gündeme taşıyorlar. Bu durumda, ya bu yalancılara teslim-i silah edeceksin, ya da direnip yalanlarını onlara yutturacaksın. Yalancılara teslim olmak, yalancılığı onaylamak ve meşrulaştırmaktır; yalancılığın teşvik ve terğibine alet olmaktır. Bundan Allah’a sığınırım. Öyle ise, “Ya Deyyan!” deyip, direnmekten başka yol yoktur. Konuya bir hikâye ile başlamakta yarar görüyorum: 

Diyarbekir havalisinde Şeyh Abdurrahamn-ı Axtepî(Aktepe) diye bir büyük âlim yaşamıştır (1854–1910). Hakkında birçok menkıbe ve hikâye anlatılır. Bunlardan birisi şöyledir: Günün birinde Şeyh bir camide vakit dışı bir namaz kılarken, o anda caminin bir köşesinde, bir gurup kimsenin ondan bahsettiğini duyar. Onlardan biri, “Ben tavaf esnasında iken Şeyhi Kâbe’de gördüm” demiş. Bir diğeri, “Ben geçen gün Şeyh’in Dicle nehrinden geçerken su üzerinden yürüdüğünü gördüm” demiş. Bir diğeri, “Ben Karacadağ’da koyunları otlatırken Şeyh’in üzerimden uçarak geçtiğini gördüm” demiş ve ilaahirihi... Şeyh neredeyse namazını bozacaktı. Neyse ki, namazını bitirmiş, gidip gurubun yanına oturmuş. Sormuş onlara: 

“Siz Şeyh Abdurrahman’ı tanıyor musunuz?” Onlar bir ağızdan, “Tanımaz olur muyuz? Tanımazsak, ondan bu kerametleri gördüğümüzü nasıl söyleyebiliriz?” Şeyh dayanamamış, “Ya öyle mi? Yalancıya şöyle, şöyle, şöyle...?!” diye, basmış küfürleri. “İşte ben, işte bahsettiğiniz Şeyh! Beni tanımadığınız besbelli! Söylediklerinizin tamamı yalan ve iftira! Yalan, münafıklığın alametlerindendir! Yalancı, Allah’ın düşmanıdır! Yeter artık, vazgeçin bu yalancılıktan!” demiş; yalancı guruba unutamayacakları bir ders vermiş. 

İşte biriler şöhret hırsıyla, biriler aşırı sevmenin verdiği saikle, biriler bağnazlığın köreltmesiyle, üstadlarını, şeyhlerini, hocalarını, hocaefendilerini uçurdukça uçurturlar, göklerin fevkine çıkartırlar. Teorikte olmasa da, pratikte Allah’ın da, Peygamber’in de fevkine çıkartırlar. Büyüklerinin makam ve mevkilerini tahkim uğruna, Allah’ı da, Peygamber’i de kullanırlar; ucuzca harcarlar. Onları insanüstü göstermek adına, akla-hayale gelmedik yalan ve mizansenler uydururlar. Büyüklerine zeval gelmesin diye, “Haşhaşinler” gibi fedailik yaparlar; Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, İslâm’a, iffete yapılan saldırıları ise görmezlikten, duymazlıktan, hissizlikten gelirler; kılları kıpırdanmaz. 

Evet; Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî’ye “seyyidlik” nisbet edenler, bu yalanlarını adeta “iman” haline getirmiş olacaklar ki, bu imanlarını temcit pilavı misali “tecdit” edip duruyorlar. Hiç unutmam, seyyidliği iman haline getiren mutaassıp bir Nurcu arkadaş, aynen şöyle demişti: “Her kim ki, Üstad seyyid değildir derse, onun imanından şüphe ederim!”  İşte ölçüsüzce ve bağnazca sevginin getirdiği itikadî rezalet!... İman edilenler belli, inkâr edilenler belli. İman edilenler arasında “seyyidliğe iman” diye bir rükün var mıdır? İlginç, bu arkadaşın kendisi hem imam, hem de medrese mezunuydu... Din ve dindarlık adına yürütülen bu ahmakça taassubun neresinden tutarsan tut, elinde kalır; savunulacak bir tarafı olmadığı gibi, sessiz kalınması da mümkün değildir. Her ne ise...

Bu günlerde Zaman gazetesinden bir vatandaş daha “seyyidçilik” borazancılarına iltihak etti.   Samet Altıntaş isimli bu vatandaş, 09 Mayıs 2014 tarihli “Üstad’ın Lokman-ı Hekim Ruhlu Talebesi” başlıklı yazısında, adeta “kendi çalıp kendisi oynamaktadır.” Belli ki, başkalarının yazılarına tamamen kapalı, sadece kendi dar havzasından beslenmektedir. Hâlbuki mevzu Bediüzzaman ise, biraz durup düşünmeliydi! Çünkü Bediüzzaman, arkasında 6 bin sayfalık bir “Risale-i Nur Külliyatı” bırakmıştır ve bu Külliyat’ta seyyidliğini açık ve net bir dille reddediyor. Buna rağmen, siz kalkıp her fırsatta onun seyyid olduğunu ileri süreceksiniz; Külliyat’tan delil getireceğinize, rivayet ve duyumlar üzerinden iddialar geliştireceksiniz. Yani hem yalan, hem iftirada bulunacaksınız!...

Kimin zülf-i yârine dokunursa dokunsun, artık yeter bu inat ve yeter bu yalancılık! Vallahi gına getirtti. Hiç bir tahkike istinat etmeyen, tamamen taklitperestlik mihverinde yürütülen yalan, uydurma ve safsatalarından bıktık. “Leyleğin ömrü laklakla geçiyor” diyenler, aslında leyleğe hakaret ediyorlar, asıl ömrünü laklakçılıkla heder edenler bu mukallit heriflerdir. Her ne kadar, “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”(A’raf, 199) ve “Cevabu’l ahmak es-sükût” gibi ölçülerimiz varsa da, özellikle iğfal ve idlale açık kitlelerin hatırı için, konuya bir kez daha eğilmek zorundayız.  

Evet; Bediüzzaman’ın, kesinkes reddettiği ve “değilim” dediği bir “Seyyidlik”i, inadına, ona yapıştırmaya çalışmak, hiç bir zaman hüsn-ü niyetle açıklanamaz. Seyyidlik isnadı, aslında bir algı operasyonudur; habis bir hedefe matuftur; mensubu olduğu milletine karşı açık bir hazımsızlığın ifadesidir. Bütün mesele, Kürdlüğü ona yakıştırmamaktır. O, Ondürdüncü Şua’da “Ben seyyid değilim” diyor. Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye’ye verdiği özgeçmişinde, “Bir sülale-i marufeye nisbetim yoktur” diyor. Münazarat’ta “Meşhur bir nesebim yok“  diyor. Mektubat’ta, “Hanedanımın şerefini düşüneceğim yok” diyor. Emirdağ Lahikası’nda, “Büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık haysiyetinden, şan ü şerefinden hissedar olmadığım halde” diyor; yine Mektubat’da, “Asil bir hanedandan olmadığımdan” diyor ve daha birçok benzeri ifadeler... Peki, ya buna rağmen?! 

Zaman’dan Samet Altıntaş’ın iddialarını okuyalım: 

“Ali İhsan Tola, 23 yaşına geldiğinde Orman Fakültesi’nden mezun bir mühendistir. 1950 senesinde, Emirdağ’da Üstad’ı bir vesileyle ziyaret eder. Bu ilk karşılaşmada güzel bir diyalog gerçekleşir. Bediüzzaman, Ali İhsan Ağabey’in yüzüne bakarak; “Kardeşim, biz seninle akrabayız.” der. O zamanlar henüz üniversiteyi yeni bitirmiş ve her genç gibi okuduğu derslerin tesirinde kalan Ali İhsan Ağabey, kendince bir açıklamada bulunur, “Efendim!” diye başlar söze ve “Siz Şarklısınız, ben ise Garplı… Nereden akraba olacağız?” diye itiraz eder. Üstad, bir kez daha “Kardeşim, biz seninle akrabayız.” diye konuşur. Ali İhsan Tola, bu defa içinden “Herhalde bana iltifat olsun diye böyle söylüyor.” diye geçirir. Bediüzzaman, bu defa daha gür bir sesle, “Hayır kardeşim, seninle akrabayız!” diye hiddetlenince Ceylan Çalışkan Ağabey, eliyle Ali İhsan Tola’nın dizine dokunur ve itirazını sürdürmemesini söyler, lisan-ı münasiple. 

Yazar, yazısına devamla: 

“Üstad’ın bu diretmesinde yatan sır ise yıllar yıllar sonra Ali İhsan Ağabey’in yeğeni nüfus planlamada çalışırken ortaya çıkacaktır. Geçmişi hakkında yaptığı bir araştırma sonunda soyunun Âl-i Beyt’e dayandığını öğrendiklerinde, Üstad’ın “Seninle akrabayız.” sözündeki manayı da idrak etmiş olurlar.” 

İşte görüyorsunuz, yazar efendinin cümlesini nasıl bağladığını!... 13 Mayıs 2009’da ruhunu Rahman’a teslim eden bu muhterem ağabeyimizi bir kez daha rahmetle anarken, onun üzerinden yürütülen bu algı operasyonunu kınıyorum. Adeta, Türk’ten, Kürt’ten, Arap’tan, Acem’den adam çıkmazcasına yürütülen bir zihinsel iğfal ve inhirafçılık operasyonu... 

Zannedersiniz ki Allah; ilim, marifet, şöhret, mübarekiyet, riyaset vs. hususlardaki tüm yetkileri yalnız ve yalnız Peygamber(asm) soyuna hasr ve tahsis etmiştir; bu, ezeli ve ebedi bir takdirdir; şaşmaz ve değişmez bir sünetullahtır(!). Ve zannedersiniz ki bu aileden başka, herkese bütün kapılar kapalıdır(!). Başkalarına, sadece sıradanlık, itaat, taklit, kabullenme, hizmet, meşakkat, kapıkulluğu vb. düşük payeler vardır(!). Onlar, ne kadar gayret de etseler, yükselmeleri, makbuller sırasına girmeleri; bir âlim ya da müçtehit olmaları mümkün değildir(!). İşte size, tam anlamıyla bir “Kast” sistemi!... 

Bu anlayış, İslâm dünyasının baş belasıdır. Müslümanların gelişme göstermeyişinin temel nedenlerinden birisidir. Manevi sömürünün en acımasız bir yöntemidir. Beyinlerin körletilmesi, şahsiyetlerin yok edilmesi ve her türlü aydınlanmanın en muzır aracıdır. Köleleştirmenin, kitleler üzerinde hegemonya kurmanın en tipik şeklidir. Müslümanları sürüleştirmenin ve adeta kımıldayamaz hale getirmenin en kestirme yoludur. Sorgusuz, sualsiz kul olmanın ve mutlak itaatin temel taşıdır. Seçkinciliğin, imtiyazlı hanedanlıkların oluşmasında; dinî oligarşinin tesisinde en güçlü angajmandır. Erişilmez, ulaşılmaz, dokunulmaz, sorgulanmaz tiplerin türemesine en müsait bir zemindir. Kısacası, Katolik Teokrasinin İslâm ambalajlı bir yutturmasıdır.  

Evet, Allah’ın “Takva”dan başka üstünlüğü tanımamasına inat, Allah’tan daha çok ilahlık taslayanlar, başka üstünlük araçlarını devreye sokarak, saf ve tevhidî olan İslâm inancını dejenere ederek onu kendi ilahî kimliğinden koparmağa çalışmaktadırlar. 

Allah’ın sözünü, sünnetini bozmaya çalışan Uzakdoğu, Orta Asya, Afrika ve Avrupa patentli ilkel ve batıl inançları İslâm’la yoğurmaya, sentezlemeye çalışan İslâm tandanslı Evangelistler; seyyidliği, mehdiliği, kutupçuluğu, gavsçılığı, pirciliği, dedeciliği, pir-i mugancılığı, hocacılığı, efendiciliği, abiciliği ve daha bilmem bir sürü unvan ve lakapları başımıza sararak, sarmalayarak aslî menbalarımızdan, beslenme havzalarımızdan mahrum bırakmaya çalışıyorlar. Önlem alınmadığı takdirde, kim bilir daha bu ümmet ne badireler geçireceklerdir! 

Farkında mısınız? Bütün cemaat ve cemaatçiklerin, bütün tarikat ve tarikatçıkların başında konuşlanmış zevatın tamamı, kendilerini “seyyid” olarak takdim ediyorlar ya da meddahlarınca öyle takdim ediliyorlar... Bir inceleyin, haklılığımı siz de fark edersiniz. Neden, çünkü kutsanmış(!) nesilden olmadığınız takdirde, bu paye ve liyakate istihkak kesbedemezsiniz. Çünkü Allah’ı kendi keyiflerince konuşturanlara göre, Allah, bunları ezelde ümmetin başına baş ve işlerine reis kılmıştır(!)... 

Sayın yazar, Bediüzzaman’la Ali İhsan Tola’yı “Âl-i Beyt”de birleştirerek, Bediüzzaman’ın “Biz seninle akrabayız” sözüne izahat getirmiştir. Aklına bin yaşa! Nurlar’dan bihaber olunca, bu ve benzeri garabetler sıradanlaşıyor ya! Hâlbuki bu akrabalığı, neden “Hz. Âdem’in çocuğu olmak” noktasında ele almıyoruz? Neden “Mü’minler kardeştir” hükmü çerçevesinde anlamıyoruz? Yoruma açık bir ifadeyi, hemencecik “seyyidlik”le izaha kalkışmanın tahkikle, aklıselimle alakası var mıdır? Yazarlık bu kadar ucuz mu? 

Hem bu iddiayı, Ali İhsan Tola’nın “Nüfus Planlama”da çalışan yeğeninin güya amcasının ya da dayısının nüfus kaydında “seyyid” olduğunun tespiti ile Bediüzzaman’ın ne alakası vardır? Faraza Ali İhsan Tola’nın kesinkes seyyidliğini belgelendirseniz, belgeyi kamuoyuyla paylaşsanız bile, Bediüzzaman’ınkini nasıl ispatlayacaksınız? Demek siz, “Bediüzzaman seyyiddir” kurgusuna kesinlikle inanıyorsunuz ki, böyle bir ilişkiyi kurmakta beis görmüyorsunuz! Bir diğer ifadeyle, Akgündüz’ün belgelerini siz de mi doğru diyorsunuz!  Demek karşı ve alternatif yazıların tamamına kapalısınız; bir başka ifadeyle, “uydum kalabalığa” demektesiniz. 

Malum, Bediüzzaman’ın seyyid(!) olduğunu ispatlamak için Ahmet Akgündüz, tamı tamına 30 senesini heder etmişmiş; bir yarı ömür. Sonra, umduğu buluşu kendi ülkesinde gerçekleştiremeyince kapağı Musul’a atmış. Irak’ın devlet arşivlerinde – her nasılsa– muvaffak olmuş(!). En sonunda, “sahte” bir belgeyle ülkesine avdet etti. Yani anlayacağınız, az gitti, uz gitti, dere-tepe düz gitti; sonra bir arkasına döndü ki, bir arpa boyu yol gitmiş. İşte “Dağ fare doğurdu” sözü tam da mı yaşananlara muvafık. Sayın yazarın yaptığı da buna benzer; dağ ikinci bir fare doğurdu. O kadar... 

Bir diğer tuhaflık da, her nedense, Bediüzzaman’ın seyyidliği(!) hep Ali İhsan Tola’lar, Salih Özcan’lar, Mehmet Çalışkanlar, vs.ler üzerinden yürütülüyor? Madem o kadar seyyidliğe hayran ve kurbansınız, işte Külliyat! Buyurun, delillerinizi oradan gösteriniz! Zira başucu kitabını odur ya! Ne zamana kadar bu züğürt tesellileri? 

Netice itibariyle, peşi sıra koşulan bu yalan, hiç bir zaman yalancılara yâr ve yararlı olamayacaktır. Peygamberimizin dediği gibi, “Yalandan hayır hâsıl olmaz” ve olmayacaktır da. En iyisi, ya hayır söyleyin ya dilinizi kesin; bu hususta konuşmayınız! Zira bu konuda ısrar, yalanla beraber, iftira günahını da getirtir ki, bunun altından kalkamazsınız! Vesselâm...

  • Yorumlar 6
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89