Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in 9 Ocak 2013 günü Paris’te öldürülmelerinin ardından AK Parti’den gelen açıklamalar arasında en “manidar” olanı, herhalde “Almanya’da da infazlar olabilir” diyen Mehmet Ali Şahin’in açıklamasıydı. KCK yöneticilerinden Zübeyir Aydar da “2011 yılında Türkiye Avrupa’ya infaz timleri yolladı” demişti.
Hatırlayalım. Çöken “Oslo süreci”nin ardından Kürt sorununda yeniden kanlı bir kısırdöngü içerisine girilmiş, devlet bir kez daha PKK’yi askerî yöntemlerle tasfiye etmeye karar vermişti. Bu “kararın” öncekilerden farkı, askerî operasyonların yanı sıra üst düzey PKK yöneticilerinin “imha” edilmesiyle sonuca gitmekti. Buna “Sri Lanka modeli” deniyordu. Sri Lanka’da Tamil gerillalarının merkez kadroları nasıl kanlı bir baskınla imha edilmiş ve örgüt tümüyle “etkisiz” hâle getirilmişse, devlet de aynı “yolu” takip ederek sonuç almak istiyordu.
2012 yılında ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin sözlerinden anlıyoruz ki, ABD de “dost ve müttefik” Türkiye ile deneyimlerini paylaşmaya hazırdı. Mesela Usame Bin Ladin’i nasıl “avladıklarını”. (18 Ekim 2012, Habertürk vd.) Medya yine yüksek perdeden “terörle mücadele” yorumları yapan “uzmanlarla” dolup taşıyordu.
Tez elden sorunu “kökünden” hâlletmek, iktidar partisinin de kafasına yatmıştı. Önceki yıllarda Kürt sorununu adını koyarak sahiplendiklerini söyleyen Başbakan Erdoğan’ın gayet milliyetçi, “şahin” ve MHP ile “ip” polemiklerine girdiği bir dönemiydi. Hedefinde sadece dağdakiler değil, Meclis’teki BDP grubu da vardı.
19 Ekim 2012 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir habere göre, İçişleri Bakanlığı “terörle mücadelede” uygulanacak bir “ödül yönetmeliği” taslağı hazırlamıştı, taslak Başbakan Erdoğan’ın önündeydi. Yönetmeliğe göre, PKK’nin 20’si Avrupa’da olmak üzere 50 kişilik lider kadrosunun “yakalanmasını” sağlayanlara dört milyon liraya kadar ödül verilmesi öngörülüyordu. Haberin devamında Usame Bin Ladin ve Saddam Hüseyin örnekleri hatırlatılıyordu. Belli ki murat edilen aslında “yakalama” değil, “imha” idi. Kaldı ki Avrupa’daki PKK mensuplarının bulundukları ülkelerde “mülteci” statüsünde bulundukları hatırlanacak olursa, onları kollarından tutup Türkiye’ye getirmek çok da mümkün değildi. Açık ki bir “vur emri” planı sözkonusuydu.
Önceki yazımda Sakine Cansız’ın devletin hazırladığı bu listede olup olmadığını sormuştum. “Vur emri” planı İmralı görüşmeleri başlamadan önce yürürlüğe sokulmuş muydu? Avrupa’ya “infaz timleri” gönderilmiş miydi? Ömer Güney kimin ajanı, tetikçisiydi?
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, partisinin kurucularındandır. Adalet Bakanlığı ve TBMM Başkanlığı yapmıştır. Sözlerini ciddiye almak gerekmektedir ve 21 Ocak 2013’te yaptığı açıklamada “yılan” dediği Sakine Cansız için “iki üç ay önce iadesini talep ettiklerini” belirterek “Almanya da benzer olaylarla karşılaşabilir” demişti. Sayın Şahin bu “bilgi”nin dayanaklarını açıklar mı acaba? Avrupa’ya yollandığı iddia edilen “infaz timleri”nden haberdar olduğu için mi bu açıklamayı yapmıştı?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da olayla ilgili “gizlilik” kararı bulunan bir soruşturma başlattığını biliyoruz. Bu soruşturma ne aşamadadır? Katliamdan kısa süre önce (8-21 Aralık 2012) Ankara’ya geldiği saptanan Ömer Güney’in ilişki ve bağlantılarını içeren bir dosyanın Başbakan Erdoğan’ın önüne geldiği söyleniyor; doğru mudur?
Yerim bitti, ama sorularım bitmedi. Şimdilerde devletin bütün kirli işleri için “paralel devlet yaptı” deniyor ya, Paris katliamı için de söyleniyor bu. Bu iddiaya da ayna tutacağım...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.