Belli ki Batıda ortaya çıkan ekonomik kriz özellikle orta sınıfların refahını ve sabit gelirlilerin geleceğini tehdit ediyor.
ABD Başkanı Obama, önceki gün 1968 yılında ırkçılar tarafından öldürülen siyah direniş hareketinin önderi Martin Luther King’in Washington’da yapılan anıtının açılışındaki konuşmada, “Martin Luther King bugün yaşasaydı, OWS eylemcilerini şiddete başvurmamalarını söyleyerek desteklerdi” dedi. Obama, göstericileri King’in bir sözüne atıf yaparak destekledi, “Adaletin olmadığı bir barış, barış değildir.”
Para merkezlerinin kalbinde günlerdir isyan ateşi yanıyor. Yüzbinler sokakta. ABD’nin neredeyse bütün kentlerine yayılan bu isyana kısaca OWS adı veriliyor. “Wall Street İşgalcileri” olarak tanımlanan OWS göstericileri, kapitalist dünyanın finans merkezi olan Wall Street’i işgal ederek eylemlerine başladılar.
Obama’nın “gösterilerinizi şiddete başvurmadan sürdürün” sözü belki şimdilik New York’taki gösteriler için geçerli olsa bile, Avrupa’nın merkezlerinde pek de barışçı hava esmiyor. İtalya’daki göstericiler “Roma’yı da yakarım” misali ortalığı yakıp yıktılar. Göstericilerin tamamı şiddet yanlısı görünmese de, küçük gruplar finans merkezlerini, bankaları tahrip ediyorlar, şiddeti yaygınlaştırıyorlar.
Banka sistemine karşı ortak tepki
Gösterilerin arkasındaki temel neden; son dönemde ortaya çıkan mali krizin asıl yükünün çalışan sınıflara, orta sınıflara ödetilmek istendiği yönündeki algı. Protestocuların ağırlıklı olarak orta gelir gruplarından ve daha çok gençlerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Gösterilere karşı çıkanlar bu toplulukları, “pizza yiyen tembel orta sınıf mensupları” olmakla suçluyorlar.
Almanya Sosyal Demokratlarının(SPD) lideri Sigmar Gabriel, son gösterilerin yanında saf tutarken şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Kitlelerin tepkilerine neden olan süreç, sanayideki bir çok yöneticiyi de rahatsız ediyor. Finans üzerinden rant sağlayan kesimlerle, sanayide reel üretim yapanlar arasında bir gerilim var. Devletin kaynaklarını bankaları kurtarmaya ayırmak yerine, bankaların devleştirilmesi daha doğru olabilir. Finans piyasalarının sınırsız özgürlüğe sahip olmasının olumsuzluklarını yaşıyoruz.”
Bazı yorumcular ise finans sektörünün suçlanması yerine siyasetçileri suçlamayı daha doğru buluyor: “Borç patlamasının temel nedeni siyasetçilerin seçmenlere finanse edilmesi mümkün olmayan vaatlerde bulunmasıdır.” Ayrıca Avrupa’daki protestoların “attac netzwerk” gibi klasik küreselleşme karşıtı gruplar tarafından organize ediliyor olması da yaşanan protesto dalgasının arkasındaki dinamiğin niteliğine yönelik eleştirilere neden oluyor.
Kapitalizmin sonu mu?
Gösterilerin yaygınlaşarak süreceği görülüyor. Belli ki Batıda ortaya çıkan kriz orta sınıfların refahını ve sabit gelirlilerin geleceğini tehdit ediyor. Tepkiler, farklı renklerin bileşiminden oluşuyor. Gösterilerin içinde çok değişik sınıflar, gruplar, eğilimler yer alıyor. Gösterilere olumlu yaklaşanlar arasına Obama gibi dünyanın en büyük ülkesini yöneten yöneticilerin, Alman sosyal demokratları gibi sanayicilere yakın siyasi akımların da yer alması, köklü bir kriz algısının geliştiğini gösteriyor.
Şimdilik öfke para merkezlerine, finans kapitalin ana merkezlerine, paradan para kazananlara yönelmiş durumda. Bu alanda bir reform ihtiyacı olduğu uzun zamandır söyleniyordu. Wall Street’in finans elitinin eski yöntemlerle dünya kapitalizmini yönetmeye devam etmek istemesi zaten uzun süredir yoğun şekilde eleştiriliyordu.
Alman Sosyal Demokratların lideri Sigmar Gabriel finans elitine yönelik eleştirilerini dile getirirken, “Neoliberal ideoloji yenilgiye uğramıştır, kapitalizmi ikinci bir defa zaptu rapt altına alma zamanı gelmiştir” değerlendirmesinde bulunuyor. Bir görüş bu. Buna reformcu görüş de diyebiliriz.
Sosyalistler ise, “kapitalizm kökten bir sarsıntı geçiriyor. Neo liberalizm son aşılardan birisiydi, tutmadı. İnsanlık eşitlik ve adalet için yeniden sosyalizme yönelecektir” diyorlar.
Yeni bir döneme mi giriyoruz? Bu sorunun cevabını belki de uzun vadede göreceğiz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.