Şu korkunç sonbahar kış döneminde, Ankara’nın ağaçlarının dallarında yapraktan çok insan parçaçıkları gördük.
Ard arda bombalar patladı.
İnsanlar, insancıklar, arkalarında sevdiklerinin sarılacağı, son kez dokunacağı, elini sevgiyle öpeceği bir cenaze bile bırakamadan paramparça olarak havaya savruldular.
Bunu mu hak ediyor Türkiye?
Bu insanlar bunu mu hak ediyor?
Biz, Ortadoğu’nun “vaad edilmiş” toprakları, ateşten kavrulan insanlarının serin ve güvenli cenneti, başkentinin ağaçlarından insan parçaçıklarının toplandığı değil neşeli yaprakların açtığı yeşil bir vadi olabilirdik.
Her şeyimiz vardı bunu gerçekleştirebilmek için.
Ama cennetten Adem’i kovduran “yılan”, siyasi bir iktidar kılığında çıktı ortaya, bizi kanlı bir kıyametin içine attı.
Aklını kaybetmiş bir iktidar Ortadoğu’yu ele geçireceğim derken, Ortadoğu Türkiye’yi ele geçirdi.
Şimdi dev bir anakonda yılanı gibi Türkiye’nin etrafına dolanarak, bütün kemiklerini kıra kıra, eze eze parçalıyor ülkeyi.
Kaburgalarımız kırılıyor, ciğerlerimiz eziliyor, nefes almakta her an biraz daha zorlanıyoruz.
Bana Türkiye’de iyi olan bir şey söyleyin.
Bir tek şey…
“Şu iyi” deyin.
Barış mı, asayiş mi, adalet mi, ekonomi mi, ihracat mı, turizm mi, diplomasi mi, din mi, ahlak mı, güven mi, özgürlük mü, gelecek mi?
İyi olan ne var?
Hiçbir şey.
Buna karşılık yalan var, desise var, ahlaksızlık var, hırsızlık var, yolsuzluk var, ölüm var, çatışma var, nefret var, düşmanlık var.
Neden bütün bunlar?
Canına yandığımın bir avuç adamı hak etmedikleri bir hayatı yaşayabilsin, paraları ceplerine doldursun, memleketi son zerresine kadar soyabilsin diye.
Bir soysuzlar çetesi imanına kadar soyuyor memleketi.
Nasıl bir açlıksa artık koca bir memleket yetmiyor bunları doyurmaya, daha istiyorlar, daha fazla istiyorlar, Yırca’nın zeytinliklerini de, Artvin’in ormanlarını da istiyorlar, insanların paraları yetmiyor, canlarını da istiyorlar.
Bu haramiler Türkiye’yi soydukları gibi Ortadoğu’nun hazinelerini de soyabileceklerini sandılar.
O hazinelerin başında zebanilerin beklediğini unuttular ve bütün zebanileri uyandırdılar, kara giysili, kara sakallı bir zebaniler kalabalığı mezarlarından ayaklanan hortlaklar gibi çıkıverdi ortaya.
Şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz.
Bir kova kaçak petrol parasını bankalara yatırabilmek için girdikleri tuzakta, tarihte belki de hiçbir toplumun başına gelmemiş bir hale düşürdüler ülkeyi.
Hem Rusya’yla hem Amerika’yla dalaşan, Amerika’ya posta koyup, Rus uçağı düşüren başka bir ülke var mı?
Aynı anda iki süper güçle birlikte çatışan bir ülke?
Suriye’nin içindeki durumumuz daha da acaip.
Suriye’de hem Kürtlere, hem Esad rejimine karşıyız.
Bizim sınırlarımız ise ya Kürtlerin olacak ya Esad rejiminin… Bizim haramilerin desteklediği kara cüppeli kalabalığın oralarda tutunma ihtimali hiç yok.
Amerika’yla ve Rusya’yla kapış, Suriye’de senin sınırına yerleşme ihtimaline sahip iki gücün ikisini de karşına al.
Buna da “dış politika” de.
Adamın birisi ev hayvanları satan bir dükkana girmiş.
Bir papağan beğenmiş.
Satıcı demiş ki, “beyim bu papağan çok değerlidir… Bu ayağını çekerseniz şarkı söyler, bu ayağını çekerseniz şiir okur.”
“Ya iki ayağını da çekersem” demiş adam.
Cevap papağandan gelmiş:
“Düşerim salak.”
Biz iki ayağını birden çekersek ne olacağını merak eden adam gibiyiz ama gücümüz kimseyi düşürmeye yetmediğinden etraftaki güçlerin iki ayağını birden aynı anda çekince düşen biz oluyoruz.
Bizim iktidar ise yere düşmemizle ilgilenmiyor.
Onun tek derdi var, kıç üstü yerde otururken herkesi dimdik ayakta durduğuna ikna etmek.
Bunun için dur durak bilmeden yalan söylüyorlar, bir yalancılar ordusu besliyorlar ayrıca bunu sağlayabilmek için.
Soygunlarından kazandıkları paraların bir kısmını da “medya” dedikleri bu yalancılar ordusuna dağıtıyorlar.
Onlar da “ayaktayız” diye bağırıyorlar, “dimdik ayaktayız.”
Dallardan insan parçaçıkları topluyoruz biz onlar böyle bağırırken.
Ve gittikçe daha derine batıyoruz.
Daha büyük, daha korkutucu tehlikeler yaklaşıyor.
Ben Taraf’ı yönetirken bir cumartesi günü İlhan Cihaner aniden birkaç kişiyle birlikte geldi.
Misafir ettik, elimizden geldiğince ağırladık, o arada da siyasetten konuşuyorduk, ben “siz asıl orduyla AKP’nin anlaşmasından korkun,” demiştim, “asıl felaketi o zaman yaşar bu ülke.”
Bugün ordu ve AKP bir “ortak yaşam” alanı oluşturmuş durumdalar.
İş o hale vardı ki Türk ordusunun askerleri, AKP’li holdinglerin “badigard”lığını yaparak, ağaçlarını, ırmaklarını, ovalarını korumaya çalışan insanların üstüne saldırıyor.
AKP’li holdinglerin yasadışı işgallerinin muhafızlığını yapıyor.
Ordu, AKP’nin “oy desteğini” kullanarak yıllardır arzuladığı amaçlara ulaşabileceğini düşündüğü için bu işlere giriyor olabilir, Kürtleri, solcuları, AKP’lilerin dışındaki dindarları bu kadar rahat, üstelik de büyük bir oy desteğini arkasına alarak ezmek, ordunun büyük hayalini gerçekleştirmek olabilir.
AKP de, Kürtleri başkanlığa zorlamak, muhaliflerini susturmak, diğer dindarları sahadan silmek için orduyla işbirliği yapmanın akıllıca olduğunu düşünebilir.
Ama işbirliği yaparken farkında olmadan işbirliği yaptığın “güce” dönüşürsün.
AKP, nasıl “eski devletle” işbirliği yaparken eski devlete dönüşüyorsa…
Ordu da AKP ile işbirliği yaparken AKP’lilere dönüşüyor.
Kürt mahallelerine tanklarla toplarla giren ordunun Suriye sınırında IŞİD’lilerle işbirliği yaptığının belgelerini, son dönemlerde olağanüstü işler yapan Cumhuriyet Gazetesi müthiş bir gazetecilikle ortaya çıkardı.
Kemal Göktaş’ın çarpıcı haberinde, “rütbelilerle” IŞİD’lilerin savcılık belgelerine yansıyan “samimi” konuşmalarının örnekleri var.
Artvin’de AKP’nin holdinglerine karşı direnen halkın üstüne jandarmalarınla saldır, Kürtlerin mahallelerini top ateşiyle yık, Suriye’de IŞİD’le yiğitçe dövüşen YPG’nin mevzilerini obüs atışına tut sonra da git IŞİD’le sınırda “samimi” işbirliğine gir.
Kürtlere düşman, ormanını koruyan Artvinlilere düşman, Yırca’da zeytinliklerini savunan köylülere düşman, IŞİD’lilerle dövüşen YPG’lilere düşman, IŞİD’lilerle dost.
Bu nasıl bir ordu?
Bu, AKP’lileşmiş bir ordu.
AKP ordulaşırken, ordu da AKP’lileşiyor.
Burada çok ciddi bir çıkmazla karşılaşıyoruz.
AKP’nin muhafazakar tabanı, “ordulaşmaya” çok da fazla tahammül edemeyecek bir yapı aslında, yavaş yavaş ortaya çıkan iç kırılmasının nedenlerinden biri de bu.
Ama daha beteri, görebildiğim kadarıyla sadece Sezin Öney’in dile getirdiği ordunun kırılması ihtimali.
Öney, özetle söylersem “Türk ordusu Lübnan ordusu gibi olabilir, ikiye kırılabilir”diye yazmıştı.
AKP ordulaşmayı taşımakta zorlanırken, ordu da AKP’lileşmeyi taşımakta zorlanır.
Orduyu, “parti ordusu” haline getirme girişimi asıl büyük belanın kapısını da açabilir.
Böyle bir gelişme ülkeyi öyle bir yerinden kırar ki yaşanacaklar Avrupa’ya bir de “Türkiyeli mülteciler” kavramını öğretir.
Bu tür konularda “kurnazlık” sadece felaket getirir çünkü.
Üstelik sadece ordu değil neredeyse bütün “devlet” AKP’lileşiyor, kırılma devletin her yanında ortaya çıkabilir.
Şu anda kim kimi daha fazla kullanıyor bilmiyorum ama devlet güçlerini parti güçleri haline getirmenin ağırlığını ne bu toplum, ne bu devlet taşıyabilir.
Taşıyamayacağını göreceğiz.
Çok uzak bir gelecekten söz etmiyorum.
Eğer AKP’ye oy verenler neye, nasıl bir geleceğe oy verdiklerini fark etmezlerse, biz bu iktidarla atomlarımıza ayrılırız.
İnsanlık tarihinin de “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacak” diye bir vaadi yok insanlığa, birçok toplum böyle körlüklerle parçalanıp yok oldu, sen bir devlet olmayı hak edecek aklı gösteremezsen, tarih “hak etmediğini” senden alır.
İnsanlarının parçalarını dallardan toplayarak, üstelik de bundan bir “istikbal” çıkabilir diye bekleyerek varlığını sürdüremezsin.
Nice toplum, nice devlet, nice imparatorluk böyle körlüklere kapılarak silinip gitti tarihten, Türkiye de kendi kendini içinden bütün halinde çıkamayacağı bir kurt kapanına sürüklüyor.
Bir an önce kendini toplamazsa kurtuluşu çok zor olacak.
Bu uyarılar bir işe yarar mı?
Bilmiyorum.
Ama karlı, fırtınalı bir gecede iki trenin son sürat birbiriyle çarpışmaya doğru gittiğini görseniz, “bu gürültüde sesimi kimse duymaz” diye susar mısınız yoksa son bir ümitle var gücünüzle uyarabilmek için bağırır mısınız?
Bizimkisi de öyle…
Bağırıyoruz… Bir ümit belki duyan olur. (Haberdar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.