Daha bir hafta geçmedi üzerinden. 23 Eylül’de bu köşede ‘Fiili süreç’ diye bir yazı yazdım. Başbakan’ın, Kürt açılımı meselesini ‘fiili sürece’ bırakmasının tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söyledim. Ne oldu peki? Önceki gün Bursa’da oynanan Diyarbakırspor-Bursaspor maçında kimi ‘timsahlar’ dişlerini gösterdi. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ pankartlarının altında saklanıp Kürtleri kovmak istediler şehirlerinden. Tribünler, neredeyse yekpare bir biçimde Diyarbakırlıları, giderek Kürtleri, önce sahadan, sonra Türkiye’den kovmak istedi.
Başından beri aynı şeyi söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim:
Kürt açılımının en önemli ayağı Türk açılımıdır!
Solo açılım!
Olay kesinlikle ne Bursa ile ne de Bursaspor taraftarlarıyla sınırlı. Nesiller boyunca ‘bölünme’ korkusu ezberletilerek büyütülmüş, yaşamış, yaşlanmış ve hatta bu korku yüzünden ölmüş, öldürülmüş bir ülke, kapsamı ve içeriği ne olduğu belli olmayan bir ‘açılım’ sözcüğüyle tedirgin olmuş durumda. Üstelik atılacak taşın ürkütülen kurbağa miktarına değip değmeyeceği bile değil!
‘Herkesin faşistliği kendine’ diyerek savuşturulacak bir mesele değil bu. Hükümet, bu meseleyi, iki dönemdir süren ‘Ben tek başıma yaparım’ siyasi üslubuyla, kitleleri bu işin dışında bırakarak çözemez. Bir tarafta dişlerini bileyen ‘Türkler’, bir tarafta umutsuzluğu öfkeye dönüşmek üzere olan Kürtlerle bir yere varılamaz. İktidar, açılımı, ‘ağyarını mani etrafını cami’ tarif etmek zorunda.
Kürtlerin pabucu
Mart, 2006, Diyarbakır... Çocuklar panzerlere taş atmış, hepsi hep birlikte dayaktan geçip 20’şer yılla yargılanmak üzere haklarında dava açılmış. Diyarbakır’da, Diyarbakırspor’un minikleriyle konuşuyor.
Topların üzerine oturduk hepimiz, onların bahtsız ayakkabılarına baka baka konuşuyoruz. Tozlu ayakkabılarını, bu ülkede Kürt olarak doğmanın kadersizliğiyle birlikte kapıda çıkarıp kramponlu, gıcır gıcır bir dünyaya girmeye çalışıyorlar.
Bazısının babası işsiz, ayakkabısı mokasen, bazısının babası yok, ayakkabısız.
Hayallerini anlatmışlardı, hayallerinin gerçekleşmeyeceğini erken öğrenen çocukların toprağı burası, onu da biliyorlardı. Bazısı, evet, taş atmıştı polise. ‘Attıysam sebebi var’ kabilinden hayatlarını anlatmışlardı, kısacık ve korkunç hayatlarını.
Türklerin pabucu
Şimdi bakıyorum Bursa tribünlerine... O gururlu ve ‘mutlu’ pankartları kaldırsak, altlarına baksak, daha altlara, ayakkabılarına... Çoğunun eskidir ayakkabısı, kramponlu bir dünyadan geri çevrilmiştir çoğu, gıcır gıcır hayallerinden. Kızgındırlar. Bazısının babası işsizdir, kim bilir, belki bazısında delik bir mokasen.
Tıpkı Hrant Dink gibi... Tıpkı Diyarbakırlı çocuklar gibi... Bu pabuçların işte, kader kardeşliğinin farkına varması için işte söz söylemek lazım. Pabucu deliklerin birbirini boğazlamaması için pabuçlardan, deliklerden ve o pabuçları kimin delip sonra da o delikleri unutturmak için o pankartları pazarladığından bahsetmek lazım.
Bursa’ya maça gelecek Ermenistanlılar gibi...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.