Bu yeryüzü bir çok diktatör (kral) gördü.
Her biri diğerinden daha azgın, daha acımasız.
Bitmiyorlar. Her çağda, her coğrafayada yeniden bitiveriyorlar.
Suriye’deki diktatör de bunlardan biri.
Her diktatör gibi o da kutsal yönetme hakkını kendisine ait görüyor. Babasından böyle görmüş çünkü.
İnsanların bu diktatörün askerleri tarafından diri diri toprağa gömüldüğüne şahit oluyoruz bugünlerde.
Zulmü çoğalıyor. Yolun sonuna yaklaşıyor.
Bu karanlık yönetimler hiç bitmedi, hiç bitmeyecek ama, bilinç ve iman da bitmeyecek.
Tarihin bir yüzü de bilinç ve imandır.
Düzenin bu şekilde sürmesini kabullenemedi, kabullenemeyecek Müslümanlar. Kölelilik zincirlerini kıracaklar…
Şu soruyu sormak elzem oluyor:
İnsanlar üzerindeki kutsal yönetme hakkı kime ait olmalı?
‘‘Kutsal yönetim hakkı her tür maddi ve psikolojik dayanakların üstünde olmalıdır. Onu desteklemek için ne altına ne süngüye ihtiyaç olmamalı ne de başkalarına, saygıyla karışık korku dolu batıl inançlar empoze etme gibi psikolojik hilelerin peşine düşmemelidir. Bu bir orduya, bir hazineye, hapishaneye ve polise ihtiyacı bulunmayan bir yönetim olmalıdır. Sadece böyle bir yönetici, insanlar üzerinde kutsal yönetme hakkı var kabul edilebilecek bir yöneticidir.
Hz. Peygamber’in halkı kendi tarafına çekmek için hazır bir ordusu yoktu. Yetim bir çocuktan başka bir şey değildi ve her tarafa yayılmış olan bozulmuşluğun güçleriyle mücadele etmek için sadece elleri ile ortaya çıktı; insanları yönetimi altına almak için dünyevî bir güce sahip olmak şöyle dursun karşısında büyük bir güç vardı. Bütün bir ulus onun yeteneği aleyhine birleşmişti. Daha sonra insanlar onun yönetimi altına girdi. Aslında işte bu, insanlar üzerindeki kutsal yönetme hakkıdır.
İslâm Peygamberi’nin insanları kendi tarafına cezbetmek için herhangi bir hazinesi de yoktu. Bazen mütemadiyen yiyeceksiz günler geçiren fakir bir adamdan başka bir şey değildi. Tüm Arabistan’ın yöneticisiyken dahi sırtında iz bırakan kaba hasır bir döşek üzerinde uyudu. Eziyet görmüş ve vatanından sürülmüş bir insanken yarım adanın yöneticisi oldu ve hâlâ hapishane ve polis gibi şeyleri bilmiyordu. İşte bu yüzden o, doğru bir biçimde, ilâhî bir hak ile yönetmiş denilebilecek bir yöneticidir. Çünkü o, bu otoriteyi devam ettirmek için kralların (diktatörlerin) geneli tarafından kullanılan hiçbir metodu kullanmadı ve bu krallığı korumak için ne hazır bir kuvveti, ne fedaisi, ne hazinesi, ne polisi, ne hapishanesi ne de bu türden bir şeyi vardı.
Boş hurafelerin çekiciliği ile insanları ipnotize etmek için girişimde bulunmaktansa, ortaya çıkabilecek böyle bir girişimi önlemek için bütün gücünü kullandı. Hatta insanların arasında, kaba yontulmamış bir taş parçası onu selamladığında o, yüceliğiyle taşın üzerini örttü. Bu, dünyada Tanrı yerine geçmek için kolay bahaneydi. Fakat Hz. Muhammed böyle taktiklerden çok uzaktı. Nitekim ‘‘Ben de sizin gibi bir insanım.’’ dedi, kendisini Tanrı yerine koymaya istekli olan çevresindeki insanlara. Halklarını kendilerinin üstün insan statüsüne sahip bulundukları inandırarak aldatmak için yerinden oynatmadık taş bırakmayan dünyalı kralların aksine, Hz. Peygamber kendisinin sadece ve sadece insan olduğu fikrini insanların zihinlerine yerleştirmek için her yolu denemişti.
…
Peygamber onlardan biri olarak insanların arasına karıştı. Camideki bir toplantı sırasında gelen bir yabancıya ‘‘Aranızdan hanginiz Muhammed?’’ diye sorduracak kadar insanüstülüğün izini üzerinde taşımıyordu, tam anlamıyla insanlarla kaynaşmıştı. Herhangi bir kralın aksine, elbiselerini dikmenin, ayakkabılarını onarmanın, keçilerini sağmanın, evini temizlemenin ve hatta ev işlerinde ev halkına yardım etmenin kendi peygamberliğine bir zarar verip vermeyeceğini umursamadı. Peygamber’in de aralarında bulunduğu bir grup Müslüman seyahatteyken, yemek vakti geldiğinde herkes yemek pişirme işinde bir görev aldı; Peygamber kendine düşen kısmı için yakacak toplamaya başladı. İnanalar kendisini yormaması için ricada bulunduklarında, onlara kibarca kendi işini yapması gerektiği yanıtını verdi.
Dünyanın şimdiye kadar gördüğü en güçlü yönetim buydu. Öyle bir yönetim ki; sadece bedenlere değil, insanların kalplerine de hükmediyordu. Ordusuz, saraysız, hazinesiz ve dünya monarşilerinin haklarına boyun eğdirmek için kullandığı hiçbir aracı bulunmayan bir yönetim. İnsanlar arasında onlardan biri gibi serbest davranırdı ve hurafelerin çevreleyeceği bir kutsallıktan kişiliğini uzak tutmak için elinden geleni yaptı. Buna rağmen kendisi hiçbir kralın sevilmediği kadar halkı tarafından seviliyordu. Bir savaşın ardından, Medineli bir kadın, Peygamber’in nasıl olduğunu sordu, savaş meydanında kocasının öldüğü kendine bildirildi. Bu büyük felaketi umursamadan kadın, Peygamber’in sağlığının yerinde olup olmadığı sorusunu tekrarladı. Cevaben oğlunun da savaş sırasında öldürüldüğü söylendiğinde sorusunu tekrarladı. Kardeşinin de öldürüldüğü kendisine söylenince, ‘‘Peygamber’in durumu nasıl?’’ diye ısrarla sordu. O’nun iyi durumda olduğu söylenince, rahat bir nefes aldı ve ‘‘Öyleyse tüm acılar kıvılcımdan başka bir şey değildir.’’ dedi.
Tarih, insanlar üzerinde kutsal yönetim hakkı bulunan tek bir yönetici olduğunu bilmektedir; o da Özgürlük Peygamberi’dir. Dahası insanlar üzerinde kutsal yönetim hakkına sahip bulunmasına rağmen o bir hükümdar olduğunu iddia etmemiş, ‘Ben sizler gibi bir insanım’ demiştir. İşte bu, kralların en büyüğünün yüce bir insanlık mesajıdır.’’
İnsanlığı zulmün karanlığından aydınlığa çıkarma ve Allah’ın yüce yoluna yönlendirmesi için peygamberi Hz. Muhammed(sav)’i gönderen Allah’a(c.c) hamdolsun. Salât ve selâm, Allah yolundaki davetinde sayısız acı, ızdırap, işkence, sürgün, hüzün gören o son peygamber Hz. Muhammed(sav) ve onun yolundan gidenlerin üzerine olsun.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.