Bizler Türkiye’de Gezi Parkı ile yatıp kalkarken, Ortadoğu’ya mezhepçilik belası hakim oluyor. Suriye düğümü üzerinden hızlı ve tehlikeli bir mobilizasyon yaşanıyor, dini kutuplaşma ve nefret söylemi yayılıyor. Geçen hafta bu söylem, Suudi Arabistan’dan Mısır’a Sünni imam ve âlimlerin Şiileri adeta ‘şeytanlaştıran’ çağrılarıyla somutlandı. Suriye’deki vekalet savaşında belirginleşen mezhepçilik, insanın aklına Hıristiyan alemini kan revan içinde bırakan 100 yıl savaşlarını getirir hâle geldi...
İki yılı aşan Suriye iç savaşında yönetimin Hizbullah desteğiyle sahada güçlenmesi mezhep yarılmasını derinleştirdi. Çatışmanın başından beri mezhepçilik aslında meseleye içkin, sadece zamanla daha görünür oldu. Esad yönetiminin isyanı bastırmaktaki acımasızlığı, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan (yüzde 70) taşradaki yoksul Sünni kesimi hedef aldı. Rejimin seküler karakteri ve Müslüman Kardeşler‘in 1980’lerde geliştirdiği silahlı isyan geleneğinin etkisini unutmamalı. Son tahlilde ‘Suriyelilik’ ve ‘Arap kavmiyetçiliği’ vurguları işe yaramadı.
İki taraf da mezhepçi terminoloji
Muhalifler açısından bu durum, en net ifadesini başından beri Arap Alevilerinin açıkça aşağılanma algıladıkları ‘Nusayri’ tanımının ısrarla kullanmasında bulur. Bu açık Sünnici terminolojidir. Rejim ise resmi söyleminde ‘Suriye vatandaşlığı’ dese de kazın ayağı öyle değil. Geçen yıl Şam’ın Duma gibi Sünni mahallelerinde apartman cephelerine Alevilikteki ‘aslan’ figürüne atfen “Esad’ın aslanlarından korkun” yazılarını unutmuyorum. Yine Suud ve Katar’ın en başından silahlı isyandaki kışkırtıcılıklarının altını çizmeli. Şiiler, elbette ‘azınlık’ psikolojisiyle hareket ediyor. 1,5 milyarlık Müslüman nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluştuuyorlar. Ortadoğu’da bu oran yüzde 30’lara çıkıyor. İran’da yüzde 90’ı, Irak’ta yüzde 70’i aşan nüfus Şii. Lübnan’da yaklaşık yüzde 40, Yemen’de yüzde 45, Kuveyt’te yüzde 30, Türkiye’de yüzde 20, Pakistan’da yüzde 20’yi aşan Şii nüfus var. Suudi Arabistan’da büyük kısmı petrol bölgelerinde yüzde 15’e, Körfez ülkelerinde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Bahreyn dışında yüzde 10’ları bulan nüfus BU.
Şii hattı yaşananları ‘direniş’ odaklı okuyor, öyle sunuyor. İran’ın dinî lideri Ayetullah Ali Hamaney, en son dış güçlere karşı ‘Pan Müslüman birliği’ çağrısı yaptı. Hizbullah lideri Şeyh Nasrallah ise kendini Şam’a siper etti, “Sonuna kadar bu yolda devam edeceğiz, sorumluluk alacağız ve tüm fedakârlıkları yapacağız” dedi. Suriye’deki yabancı savaşçıları “Esad düşerse Filistin yitirilir” argümanıyla etkilemeye çalıştı. Nafile! 2006’da İsrail’e karşı duruşuyla parlayan Hizbullah artık aleni ‘düşman’ görülüyor. Geçen hafta Sünni ulemanın çağrıları hakikaten ürkütücü. Camilerde Şiilerin ‘İslamiyet’e komplo kurduğu’ temalı vaazlar verildi. Ünlü din Âlimi Yusuf el Karadavi, iki hafta önce, Şiilere cihad ilan etmiş, Nasrallah’ı “Hasan Nasr el Şeytan” diye nitelemişti. Geçen hafta liderliğini Karadavi‘nin yaptığı Dünya Müslüman Alimleri Birliği Kahire’de toplanıp çok sert bir bildiri yayınladı.
Mısır başından beri Suriye için temkinli durdu. Ancak iktidardaki Müslüman Kardeşler artık açıkça taraf oluyor. Önde gelen din alimi Salih Sultan, ‘Allah’ın partisi’ anlamındaki Hizbullah’ı ‘şeytanın partisi’ diye niteledi. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi‘nin danışmanı Halid el Kazzaz, Mısırlılara “Suriye’ye dilediğiniz yardımı yapın” buyurdu. Müslüman Kardeşler sözcüsü Ahmed Aref, Sünnilerin tarihte asla mezhep savaşı başlatmadığını iddia etti, tüm sorumlunun Şiiler olduğunu savundu. Gazze’de İmam İmad el Daya, “Uyanın. Bu bir din savaşı. Şiiler Müslümanları arkasından bıçaklıyor” diye vaaz verdi. Suudi ulemayı hiç saymıyorum.
Arap basınında, sosyal medyada ve camilerde nefret dili artık devrede. örfez’deki Şii toplumları adeta ‘ajan muamelesi’ görmeye başlıyor
Tek istisna Kuveyt. Şafi el Acami isimli bir şeyh Hizbullahçıların işkence ile öldürülmesi çağırısı yaptıktan sonra meclis toplandı ve Suriye üzerinden mezhepçi retorik kullanılmasını sert bir dille kınadı, bölge ülkelerini de ikaz etti.
ABD’nin 2003’teki Irak işgali, 21. yüzyılda mezhep hattının ilk zorlanmasıydı. Pandora’nın kutusundan Arap kavmiyetçiliğini bastıran Şiiliği çıkarttı. Müslüman âleminde birlik çabalarının belki en dikkat çekici tezahürü Suudilerin 2003’te kurduğu Ulusal Diyalog için Kral Abdülaziz Merkez bünyesinde mezhep çalışmaları bölümü açmasıydı. Ama dertlere deva olamadığı anlaşılıyor. Siyasi nüfuz ve ekonomik çıkarlar uğruna mezhep unsuru kullanıma hazır bir araç.
Türkiye’nin ‘zihin dünyası’
Türkiye retorik düzeyde ‘mezhepler üstü’ söylemiyle öne çıksa da pratikte Suud ve Katar’la birlikte Sünni cephede hizalandı. Başbakan’ın cuma günkü konuşmasını anımsayın: “Şu anda Suriye’de bir mezhep savaşı başlamıştır. Türkiye’yi bu oyunun içine çekmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz” dedi. Ancak Türkiye’de işitilmemiş bir biçimde Reyhanlı’da ölenler için ‘Sünni’ tanımını kullanan da kendisi. Bu ifadeler bölgedeki zihin dünyasıyla birleşinde ancak kaygı uyandırabilir.
Suriye’de hiç kimsenin acelesi yok
AMERİKAN yönetimi Suriye’de ‘tüm dengeleri değiştirecek mi’? Suriye’nin ‘küçük çaplı’ kimyasal silah kullandığı iddiası üzerinden Amerika’nın silahlı muhaliflere askerî yardımın kapısını aralaması erken yorumlara yol açtı. Hiçbiri pek gerçekçi değil. Başkan Barack Obama‘nın yeşil ışık yaktığı söylenen askerî yardımın niteliği çok tartışmalı ve Amerikan medyası bile zaten yardımın çoktan başladığını yazıyor. ABDRusya pazarlıklarında ise üste çıkan yok. ABD Başkanı Barack Obama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yarın Kuzey İrlanda’daki G8 zirvesinde buluşacak. İki ülkenin Beşar Esad ile muhalifleri buluşturmayı hedefleyen Cenevre-2 konferansını kotarabilecekleri ta baştan tartışmalıydı.
Zira muhalifler Esad’lı müzakereye yanaşmıyor. Şam ise Hizbullah’ın yardımıyla Kuseyr bölgesini alıp Halep’i kuşatarak kozlarını artırdı. Öyle ki, İsrail İstihbarat Bakanı Yuval Steinitz geçen hafta ilk kez Esad’ın bile kazanabileceğini söyledi. ABD, son kararıyla durumu dengelemeye çalışıyor. Ancak ‘kırmızıçizgi’ denen ‘kimyasal silah’ tezleri iki ucu keskin bıçak. Nitekim Rusya bu argümanı ‘satın almadı’.
Kremlin “Powell’ı” andı bile
Kremlin sözcüsü Yuri Uşakov, “Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın (Irak’taki) ünlü açıklamalarıyla paralellik kurmak istemiyorum fakat bize verilen enformasyon ikna edici değil. Bunlara bulgu demek bile güç” dedi. Rus parlamentosu Dışilişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Puşkov, iddiaları açıkça ‘uydurma’ diye niteledi. Putin de Obama ile görüşmesi öncesi eteğindeki taşları döktü. Ne Amerika’nın yerlilere ve siyahlara muameleleri kaldı, ne 1945’teki atom bombası kullanımı. Yetmedi, ‘Rus baharı’ söylemleri yaratan gösterilere Ameikan desteğini yere vurdu. Rusların kaygısı Amerika’nın silahlı muhaliflere askerî yardımı arttırması ve olası ‘uçuşa yasak bölge’ uygulaması. Kısa vadede bu hiç kolay değil. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı yardımcısı Ben Rhodes’un medyadaki ‘sınırlı uçuşa yasak bölge’ haberlerine karşın bunun ‘astarı yüzünden pahalıya çıkacağını’ ima etti. Rhodes’in Obama’nın Putin’e ‘çıkar temelli’ önerisi derken neyi kast ettiğini ise göreceğiz.
Silah da hangi silah?
Fakat Amerika’nın acelesi yok. Muhaliflere askeri desteğin küçük silahlar ve mühimmatla sınırlı olduğu anlaşılıyor. Amerikalı kaynaklar roket güdümlü el bombaları ve havan toplarından söz ediyor, uçak vurabilecek portatif füzeler bile müzakere dışı. Oysa iki yılı aşkın sürede Suriye’nin 14 idari bölgesinden sadece Rakka’da kontrolü alan muhalifler ağır silahlar istiyor.
ABD’nin ‘çıkmazları’ yerli yerinde. Silahlı muhalefetin önce Nusra Cephesi gibi aşırıları ‘temizlenmesini’ istiyorlar. İnsani durumun vahametine bakan yok. Kıssadan hisse ‘bu pilav çok su kaldırır’.
İran’da ‘sessiz çoğunluk’ sandıkta konuştu
İran’da 2009’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde bastırılan ‘sessiz çoğunluk’ sandıkta konuştu. Dinî lider Ayetullah Ali Hamaney ve kurucu elitlerin ‘isyankâr’ ve ‘sapkın akım’ diyerek ekarte ettikleri başa bela iki adayın yokluğunda; sandıkta ilginç bir manzara oluştu. Reform cephesinin ağırlığını koymasıyla ‘silik’ denen merkezci/ılımlı Hasan Ruhani, ipi göğüsledi. Ruhani ilk turda seçilmek için gereken yüzde 50 oranını aşmayı başardı. Böylelikle İran’daki ılımlı ve reformcu kanat Ruhani aracılığıyla son sekiz yılda giderek muhafazakarlaşan İran siyaset sahnesinden silinmediklerini ıspatladılar. Muhafazakârlar ise paramparça oldular.
Reformcular güçlerini birleştirdi
2009’da ‘Yeşil Hareket’in meydanları salladığı heyecan yok elbette. Ruhani’nin rengi de ‘yeşil’ değil ‘eflatun’ idi zaten.. Fakat sandık sonuçları bölgesel ve küresel çapta ‘itidalli bir seçeneğe’ işaret ediyor. Anayasayı Koruyucular Konseyi, ‘isyankâr cephenin’ adayı eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile ‘sapkın akım’ temsilcisi Mahmud Ahmedinecad‘ın dünürü Esfendiyar Rahim Meşai‘yi diskalifiye etmişti. Yeşil Hareket’in liderleri Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi‘nin hâlâ ev hapsinde olduğu bir ortamda, reform cephesi gücünü ılımlı/merkezci Ruhani‘de birleştirdi. Rafsancani ağırlığını koydu, reformcu eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi‘nin yardımcılığını yürütmüş Muhammed Rıza Arif, onun lehine yarıştan çekildi.
Hamaney’e sadık Usulgerayan (İlkecilik) grubu ise rekabet kurbanı. Öne çıkan üç adaydan nükleer başmüzakereci ve Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Saed Celili yüzde 11’de kaldı. Bu rakam Hamaney’e ‘tokat misali’. Yine Devrim Muhafızları kökenli Tahran’ın popüler Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf yüzde 15 civarında. Hamaney’in dış politika danışmanı Ali Ekber Velayeti yüzde 6 ile nal topladı.
Katılım yüzde 80, 2009’da yüzde 85 çıkmıştı. Hamaney, bunun İslam Cumhuriyeti için “güvenoyu” olduğunu söylese de malum İran’da oy kullanma zorunlu, kullanmayana hayat dar ediliyor.
Peki, Ruhani kim?
65 yaşındaki Ruhani altı aday içindeki tek din adamı. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve Arapça biliyor. ‘Ilımlı merkezci’. Tahran Üniversitesi mezunu, İskoçya’da Glasgow Caledonia Üniversitesi’nden master derecesi var. Humeyni’ye Paris sürgününde eşlik eden ekipten. 1979 Devrimi sırasında ve ardından 1980-1988’deki İran-Irak savaşında aktif rol oynuyor. 1989-97 yıllarında Rafsancani’nin ulusal güvenlik danışmanı. Siyasi yapılanmanın kilit kurumları Uzmanlar Konseyi’nde yeri var. Batı’ya karşı sertlik yanlıları ile pragmatik ılımlılar arasında köprü işlevi görebilir. Kampanyasında halka hitap ederken, “Sekiz yılın devamını kabul edemeyiz. Bunlar ülkeyi yaptırımlara maruz bıraktılar. Bir de gurur duyuyorlar! Ben barış ve uzlaşma politikası yürüteceğim. Dünyayla da uzlaşacağız” dedi. Şark ül Avsat gazetesi aracılığıyla da ABD’ye uzlaşma mesajı yolladı: “İran-ABD ilişkileri hem karmaşık hem zordur. Acı bir tarihtir, güvensizlikle doludur. Kapatılması zor kronik yaralar vardır fakat iyi niyetle ve karşılıklı saygıyla güç olsa da imkansız değildir.” Suriye meselesinde 2014’te açık seçimler düzenlenmesini istiyor. Suud’a ise ‘talihsiz rekabet’ yerine karşılıklı çıkarlara dayalı işbirliği öneriyor.
“Uluslararası duruşu değiştirir”
Hatemi döneminde 2003-2005’te Ruhani nükleer müzakereciyken, İran uranyum zenginleştirme programını askıya almıştı. Tekrarı hiç kolay değil. Zira cumhurbaşkanı ulusal güvenlikte o kadar söz sahibi değil. İş dini liderde biter. Fakat Ruhani uluslararası duruşu değiştirecek. Ahmedinecad’ın kavgacılığının yerini mutedil, akılcı ve uzlaşmaya açık duruş alacak. Enflasyonun yüzde 30’ları bulduğu, riyal’in yüzde 70 oranında değer yitirdiği bir ortamda, İranlılara tecritten kurtulma ve kişisel hürriyetleri sunabilir mi, işte orası tartışmalı.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.