Çözüm sürecinde işler hiç iyi gitmiyor. Demirtaş’ın son çıkışı bu kötüye gidişin en somut ifadesi...
HDP lideri, kamu güvenliği paketine karşı hem sokaklarda hem de Meclis’te direneceğiz, diyor. Kobani “bahanesiyle” yapılan gözaltılara, tutuklamalara son verilmeliymiş. Bu operasyonlar gerilime yol açıyor, süreci sabote ediyormuş! Nitekim KCK da bu tutuklamalara misilleme eylemleriyle karşılık vereceğini söylemekteymiş...
Düşünebiliyor musunuz; bölgede 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan iki günlük bir kalkışma gerçekleşecek ve iktidar bu işin sorumlularını aramayacak, kimseyi gözaltına almayacak, kimseyi tutuklamayacak. Maskeli teröristler motoloflarla ortalığı cehenneme çevirecek, insanları diri diri yakacak ama hükümet bu azgınları caydıracak ağır cezalar getirmeyecek!
Hukuk devletinden istedikleri bu!
Bu, KCK’nın çağrısıdır
Aslında Demirtaş’ın yaptığı bu direniş tehdidi yeni bir şey değil...
16 Ekim tarihinde, yani Kobani bahanesiyle girişen ayaklanma denemesinden on gün sonra KCK’nın yaptığı çağrıyı hatırlayalım:
“AKP hükümetinin kararıyla Türk devletinin yapacağı tutuklamalara karşı konulmalıdır. Hiçbir tutuklamaya izin verilmemelidir. Her tutuklamaya serhıldanla (başkaldırıyla) cevap verilmelidir. Hiçbir kimsenin polis ve asker tarafından gözaltına alınmasına izin verilmemelidir. KCK operasyonlarında gösterilen sessizlik gösterilmemelidir. Tek bir insan bile evinden, işyerinden ve sokaktan alınamamalıdır. Her gözaltına alma girişimine karşı direnilmeli ve bu direniş sadece bir ilçe veya ille sınırlı kalmamalı tüm Kürdistan ve Türkiye'ye yayılmalıdır.”
İşte şimdi Demirtaş, kısa bir gecikmeyle KCK’nın bu çağrısı doğrultusunda halkı kamu güvenliği paketine karşı sokaklara dökeceğini söylüyor.
Üstelik sadece bölge halkını hedeflemiyor. Kamu güvenliği paketini “eski güvenlikçi politikalara dönüş” olarak lanse ederek cepheyi genişletmeyi; sadece Kürtleri değil, bütün muhalif kesimleri harekete geçirmeyi hedefliyor.
Esasen, Gezi’yle Kobani’yi birleştirme çağrısı bu...
Hani, Gezi günlerinden beri heveslendikleri “büyük ittifakı” gerçekleştirme; marjinal solcusundan CHP’lisine, Alevisinden Gülenci’sine kadar tüm AK Parti muhaliflerini sokakta PKK’yla buluşturma ve hükümeti yönetemez hale getirme çabası...
“Özerklik” inşasına devam...
HDP’nin rahatsızlığı sadece tutuklamalar da değil.
Hükümetin kamu güvenliğini sağlama dediği şeyin sadece sokaktaki şiddet hareketlerini engellemek olmadığını biliyoruz. Bundan daha da önemlisi, bölge halkı üzerinde kurulan baskıların sona erdirilmesi; PKK’nın bölgede emrivakiyle “özerk bölge” oluşturma hesabının boşa çıkarılması...
HDP’nin asıl hassas noktası da burası...
İsteniyor ki, bir yandan görüşmeler devam ederken, bir yandan da bölgede fiilen bir KCK iktidarı kurulsun. Halk, haraçlarla, sözde mahkemelerle, kepenk kapatmalarla yıldırılsın, farklı siyasi görüşler bastırılsın, mümkünse yok edilsin ve Güneydoğu Anadolu PKK için dikensiz gül bahçesi haline getirilsin...
Bu elbette uzlaşılması mümkün olmayan bir nokta.
İktidar 6-8 Ekim olaylarından sonra bölgedeki teşkilat sorumlularıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı toplantılarda, halkın en büyük şikâyetinin, PKK baskısı karşısında yalnız bırakılmak olduğunu gördü. Dolayısıyla, kamu güvenliğinden taviz vermesi, bölge halkını PKK’nın insafına terk etmesi düşünülemez.
Eğer PKK hükümete, Çözüm Süreci denilen süreci devam ettirme karşılığında bölge halkının kaderinin kendi ellerine teslim edilmesini teklif ediyorsa, bu teklifin kabul edilemez olduğunu bir an önce anlaması sağlanmalıdır.
Doğrudur, hepimiz şiddetin tekrar geri dönmesinden korkuyoruz. Ama ne kadar korkarsak korkalım, bunun için vereceğimiz taviz Türkiyeli Kürtlerin özgürlüğü olamaz; barışa onları harcayarak ulaşamayız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.