Hafta içinde biri benden belirli bir konuda bibliyografya sormuştu... Ben de numaramı verip “Evde bakarım. Hafta sonu bir telefon edip sor” demiştim. Az önce telefon etti, konuştuk. Bir yandan gazeteleri okuyorum, bugün ne yazacağımı düşünüyorum. Gazetelerde de tıka basa Genelkurmay haberleri, yazıları...
Şu olayın bir benzeri bundan on yıl önce olsaydı... diye düşündüm birden! O kişi bu sabah bana telefon edecek, bibliyografya soracak... Ben o telefonu açacak bir durumda olacağım... Sakin sakin, bir liste okuyacağım... “Benim bugün randevum kaçtaydı?” diye aklımdan geçireceğim, “Sonra da Balık Pazarı’na uğrayayım da...” diye plan yapacağım... Bir kere zaten sokağa çıkmak yasaklanmış olur, randevu mandevu düşünmeye mahal kalmazdı. Başkaca da kimbilir neler olmuş olurdu. Dört beş gün öncesinden Ankaralı arkadaşlar arar, “Bu gece sabaha kadar Genelkurmay’da ışıklar sönmemiş” diye haber verirdi.
1980’den beri, askerin bir darbeyle gelmesi ihtimali karşısında tek güvencemiz, 1980’den beri askerin zaten gitmemiş olmasıydı.
İşleyen sürecin öyle “yağ gibi akan” bir süreç olduğunu söylemek mümkün değil. Gacırtısı gucurtusu eksik olmuyor. Gene de, bu toplumun geçmişini, o geçmiş boyunca edinmiş olduğu yapılanmayı düşününce, gerçekten çok şaşırtıcı bir uyum ve düzen içinde Silahlı Kuvvetler Türkiye’yi yöneten, dediği dedik gerçek iktidar olmaktan çıkıyor. Bunun böyle olmasının birinci koşulu şüphesiz uluslararası konjonktür –“Soğuk Savaş” sonrasında kurulmakta olan “yeni dünya”. Ama iç koşulları da hafife alamayız. “Höt” deyince giden “iktidar”lar, “hükümet”ler görmeye alışmıştık. Hattâ, “höt” dendiğinde gitmeyi, bir hükümetin aslî görevi olarak anlamaya alışmıştık. Buna galiba “höt!” diyenler de aynı şekilde alışmıştı. Son on yıl içinde bu bilmemkaçıncı “höt!” Ama karşısındaki bundan ötürü yatağın altına falan saklanmayıp “Ee, ne olmuş?” deyince, “höt”ün arkasından ne yapılması gerektiğini bilemiyor. Daha doğrusu, hep yapageldiği şeyin artık yapılamaz hale gelmesi, bu çaresizliği yaratıyor.
Genelkurmay Başkanı ve üç Kuvvet Komutanı emekliliğini istedi ya da istifa etti. Eskiden böyle yapmaz, darbe yaparlardı. Bu durum karşısında yer yerinden oynamadı. Eskiden, bizim ülkede, gök ve deniz de yerinden oynardı. Hürriyet bile artık “giden”i bırakmış, “gelen”i haber veriyor manşetinde: “Yeni Komutan Necdet Özel” demiş. Burada, sözkonusu gazetenin de pek bilincinde olduğunu sanmadığım bir simgesel anlamlar yumağı görüyorum. Önemli olan, “yeni” kelimesi.
Yıllar önce bir arkadaşımdan “yeni yılı kutlama kartı” gelmişti: “Yeni yılın ‘yeni’ olması dileğiyle” anlamında bir söz söylüyordu. Buna, hayatımızda “yeni” bir şey olmasına, gerçekten çok fazla ihtiyacımız vardı. Bizim hayatımızda gerçekten “yeni” olacak şey de demokrasidir.
O, şimdi var mı? Bence hayır, yok. Demokrasi zaten “hüda-i nâbit” bir şey değildir, kendi kendine yetişiveren otlara benzemez. “Sera bitkisi” gibidir, emek vererek, özenerek, sakınarak yetiştirirseniz olur. Onun için şimdilik daha yok ya da henüz olgunlaşmamış olarak var. Ama onu olduracak zemine, imkâna ve koşullara artık sahibiz.
Ama, aramızda, “giden”in yasını tutmaktan, “gelen”in ne olduğunu göremeyenlerin sayısı hâlâ çok yüksek
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.