35 Kürt köylüsünün Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından öldürülmesi olayının üzerinden tam bir hafta geçti.
Hâlâ bir özür yok. Kuru bir özür bile yok.
Hükümet ricali “Kasıt yok, hata var” diyordu ya...
PKK’lı sanılarak, bulundukları koordinatlar Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş pilotlarına hedef diye verilen insanların PKK’lı olmadıkları, bombalanarak öldürülmelerini takip eden ilk saatlerde anlaşılmıştı.
Kasıt, PKK’lıları öldürmekti; hata, köylülerin öldürülmesi oldu.
Çoğu çocuk yaştaki bu 35 genç erkek, kendilerine PKK’lı süsü vermek gibi bir delilik yapmış olsalardı, oradaki askeri çözüm savaşının Heron’larla işaretleyip F-16’larla vurma basitliğindeki doğru hedefleri olabilirlerdi.
Ama orada tam tersi oluyormuş, PKK’lılar kendilerine kaçakçı süsü veriyorlarmış, vurulmamak için... Çünkü korucuların kaçakçılık yapmasına müsamaha gösterilirmiş.
Bu hükümet ricali “Onlar bizim gözümüze de kaçakçı gibi göründüler ama PKK’lı olmaları ihtimalini göz önüne alarak vurduk” mealinde akla ziyan bir açıklama yapmadığına göre...
Hükümet ve onun ordusunun bu olayın ilgili bütün süreçlerinde, tespit, değerlendirme ve tatbikte külliyen hatalı olduğu, facianın hemen ardından tartışma götürmez biçimde ortaya çıkmış bulunuyordu.
Yani şimdi, böyle İHA’ların gece-gündüz lazerle işaretlediği, helikopter ve uçakların bombaladığı bir askeri çözüm ortamında PKK’nın 100 katırlık bir katarı, yanında 40-50 adamla birlikte vurulsunlar diye ortalığa salabileceğini tasavvur etmek, PKK’yı fazlaca hafife almak olmuyor mu?
Nerden bakarsanız bakın; hata, hata, hata...
O halde icranın başının, bütün bu facianın siyasi sorumlusu olarak birinci günün sabahında yapması gereken ilk iş, öldürülenlerin yakınlarından ve bölge halkından, hükümeti ve onun devleti adına resmen özür dilemesiydi.
Tamam, “Devlet halkını bombalamaz” ama bakın neticede bombalananlar “PKK’lı terörist” değil işte...
Yanlış yapılmıştır; önce özür dilersiniz. Sonra nerede hata yaptığınızı araştırırsınız, sorumluları bulup çıkarır ve cezalandırırsınız.
Bu facia iktidar ve muhalefet arasında tabii ki bir siyasi polemik konusu olacaktı ve oldu nitekim. Sayın Başbakan keşke polemiğini, bu facia nedeniyle özür dilemiş bir siyasi lider olarak yapsaydı. Korkarız ki polemik çirkinleşerek sürdükçe Başbakan için özür dilemek de güçleşecek. Çünkü özrün, muhalefete verilmiş bir “siyasi taviz” olarak algılanması riski belirecektir. Gecikmiş bir özrün hem siyasi maliyeti olacak hem de muhatapları nezdinde etkisi azalacak.
Burada Kürtlerin Türklerle ve TC Hükümeti’yle aşırı hassaslaşmış, alınganlaşmış ve son derece kırılgan bir duruma gelmiş manevi ilişkisinin kurtarılması söz konusu.
Bu ilişki iki devlet arasındaki diplomatik ilişkiye benzemez ki normalleşmenin önkoşulları yerine getirildiğinde yeniden düzelsin...
Bu ülkenin kendi Kürtleriyle ilişkisi mesela bir Türkiye-İsrail ilişkisine benzemez.
O bahiste Türkiye, İsrail ordusu tarafından kasten öldürülen sekizi kendi vatandaşı dokuz Türk için özür ve tazminat isterken haklıysa ki haklı...
Bu bahiste de Türkiye’nin kendi ordusu tarafından yanlışlıkla öldürülmüş 35 vatandaşına karşı olan özür ve tazminat borcunun zaman kaybedilmeksizin ödenmesini isteyenler yerden göğe kadar haklı.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tutarlı olmak adına, öldürülmüş vatandaşları arasında ayrım gözetmediğini göstermek adına, Mavi Marmara’da ölenler için hissettiği sahip çıkma sorumluluğunu, Ortasu (Roboski) köylüleri için de hissetmeli ve göstermelidir.
Özür ve tazminat için soruşturmalarla zaman kaybetmeye gerek yok. Soruşturmaya, sorumluların cezalandırılması için gerek var.
Roboski özrü geciktikçe, Sayın Başbakan’ın Dersim özrünün bazı kesimler nezdinde varsa kıymeti, ondan kalan da kaybedilecektir. O özür, CHP ve lideri Kılıçdaroğlu’na girişilmiş bir siyasi taarruzun bağlamında, ayaküstü ve yarım ağızla dilenmiş, tutarsızlıkla malul, kuralı itibarı ile de hayli eksik bir özürdü.
Böyle de olsa, Uludere’de yaşanan facia karşısındaki tavrı, Sayın Başbakan’ın Dersim özrünün içtenliğini tarihi bir sınavdan geçirmektedir bugün.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.