Hayata ‘Pike’ lakaplı bir Mülkiyeli olarak başladı..
Sonra merdivenleri hızla tırmandı.
Emniyet Müdürü, Emniyet Genel Müdürü, milletvekili, Adalet ve İçişleri Bakanı ve parti lideri oldu.
Ama kabul etmek lazım ki, Mehmet Ağar’ı, Mehmet Ağar yapan, Susurluk’a attığı imzadır.
Susurlukçu kimliği, Mehmet Ağar’ın çoğul kimlikleri arasında en baba yerde durur.
Bu ülkede binlerce ölünün, binlerce cesedin üstüne inşa edilen duvardan bir tuğla dahi çekilemeyeceğini bize hatırlatan da odur, bin operasyon yönettim diyen de..
Mehmet Ağar’ı kişisel olarak tanımıyorum, normal sayılabilecek şartlar altında ve herhangi bir yerde şimdiye kadar hiç karşılaşmadık bile.
Ama Ağar’ı uzaktan da olsa epey görmüşlüğüm vardır.
Ayrancı, Karyağdı Sokak’ta, Rus Büyükelçiliği’nin tam karşısında bir evde oturduğum yıllarda bazen Ağar’ı uzaktan görürdüm.
Aynı sokakta Elazığlıların bir restoranı vardı.
Ağar zaman zaman o restorana yürüyerek gelirdi, ona üçüncü kattaki evimin penceresinden bakardım.
Rahat ve kendinden emin adımlarla yürürdü.
Benim ise içimden bir şeyler kopar giderdi..
O anlarda ağır bir hüzün kaplardı içimi.
Sapanca’daki infazlar, öldürülen dostlarımın hatırası, kendi yaralı ve yarım kalmış insan halim, yüreğime bir alev topu gibi düşerdi.
Bir yanda Ağar’ın en muktedir olduğu dönemlerde işlenmiş onlarca, yüzlerce infazın hakikati.
Bir yanda yaşadığım sokağın sessizliğini ve huzurunu bitiren, beni gelip burada da bulan, Ağar’ın o kaygısız, o kendinden emin adımları..
Mehmet Ağar’ı gördüğüm o anlarda, dünyanın bütün adaletsizliklerini yaşamış ve sonuçta kapana kıstırılmış çaresiz biri gibi hisseder, her şeye kahrederdim..
“Düz ovada siyaset” lafını sarf edip, herkesi şaşırttığında, bu lafı önemsemiş olsam bile, doğrusu, içimden mümkün olsa da Ağar’la Kürt meselesini konuşsak diye bir şey geçirmedim, bin operasyon yöneten adam nasıl olur da bu kadar hızlı ‘değişir’ diye hiç merak etmedim..
‘Bölgeye’ seyahatleri olduğunda, ne kaldığı oteli aramışlığım vardır ne yemek yediği sofralara oturmuşluğum.
Mehmet Ağar’ın hazırladığı milletvekili listelerini, o listelere girebilmek için kılıktan kılığa girenleri ve Ağar’ın siyasi tekamülünü hiç merak etmedim; ama Mehmet Ağar’dan o dehşet yıllarında, herkesin korktuğu kadar ben de korktum..
Ağar, hâlâ aydınlatılmayı bekleyen karanlık bir dönemin ruhuna sinmiş, kamusal bir korkunun en önemli temsilcisidir.
O bunu bilmez, onunla 1995 yılında Diyarbakır’a giden bir uçağa tesadüfen beraber bindik.
Gözaltındaydım ve ellerim kelepçeliydi.
Ankara Emniyeti’nin hücrelerinde üç gece geçirmiş, şimdi de uçakla Diyarbakır’a götürülüyordum.
İki gün önce Gazi Mahallesi taranmış 17 kişi hayatını kaybetmişti..
Otopsi raporuna göre bu 17 kişi de polis kurşunuyla öldürülmüştü.
Ve Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü’ydü..
Beni Diyarbakır’a götürecek polis memuru, “Efendi bir adama benziyorsun, kelepçeni çözeceğim, ama sakın bir kelek yapayım deme, aynı uçakta genel müdürüm de var, beni mahcup etme!” dediğinde, inşallah yüz yüze gelmeyiz, ve Ağar beni tanımaz diye içimden dua ettim..
Bu korku, hep baki kalmış olacak ki, o Diyarbakır seyahati daha sonra benim ilk kitabım olan Dıjwar’a 2004 yılında şu sözlerle geçti:
“Alana iniyoruz. Kelepçelerim yeniden takılıyor. Uçağı terk ediyoruz. Bizi karşılamaya gelenler var. Ama bizim için gelen görevliler kim, ayırt edemiyoruz. OHAL Valisi Ünal Erkan’la birlikte kalabalık bir polis grubu uçağın durduğu yere doğru yürüyorlar.. Ünal Erkan’la Ağar’ın sarılıp kucaklaşmasına bakıyorum. Derin devletin bu iki derin bürokratı canciğer iki dost gibi hitap ediyorlar birbirlerine. Ünal Erkan’ın Mehmet Ağar’a sarılırken, ‘Mehmetciğim’ diyen gür ve tok sesini duyuyorum.. Çıkışa doğru yürürken o anda tanımlamada güçlük çektiğim bir korkunun içimde uyanmaya başladığını hissediyorum. Yok, hayır ne Ünal Erkan ne Mehmet Ağar beni şahsen tanımıyorlardı. Fakat sanki göz göze gelsek, şu an fark ederler beni, kendimi yeni bir yaşam tehlikesi içinde bulurum gibi bir duygu vardı içimde. Açıkçası onlardan korkuyordum. Türkiye’nin iki muktedir insanıydılar onlar. Belki de Afrika atasözünde sözü edilen filler kadar güçlüydüler..”
Bu korkuyu acaba kaç kişi yaşadı dersiniz?
Mehmet Ağar hakkında henüz mahkemelere intikal etmiş hiç bir şey yokken, henüz Susurluk yaşanmamışken, Ağar ve ekibinin insanların içine düşürdüğü bu korkunun sebebi neydi acaba?
Ağar, Bülent Ecevit’i suçsuzluğuna şahit göstereceğine bu soruya cevap versin önce.
Kuşkusuz o tarihten bu yana geçen zamanda birçok şey aydınlandı, devam eden önemli davalar var.
Herkesin korkmasına yol açan sebepler bir bir biliniyor artık.
İbrahim Şahin şimdilerde bir ölüm listesinden söz ediyor. Şahin’e göre bu ölüm listesi Kürdistan Ulusal Meclisi (KUM)’un mensuplarını ihtiva eden bir listedir.
Acaba Tansu Çiller’in İstanbul Holiday Inn otelinde sözünü ettiği liste, bu mudur?
Bu ölüm listesi, Mehmet Ağar’ın MGK’ya sunduğu “terörü bir yılda bitirme planı”nın bir parçası mıydı, şimdilik bilmiyoruz.
Ama KUM hadisesinin Kürt siyasi tarihinde bambaşka bir trajedi olduğunu biliyoruz.
Avrupa’da sivil bir Kürt kurumu olarak itibar gördüğü bir dönemde PKK, KUM’un faaliyetlerine son verdi.
Kurucuları ve yönetiminde yer alan insanların bir kısmı Türkiye’ye döndü, tutuklandılar ve çoğu infaz edildi.
Söylenenler doğruysa KUM’la ilişkili olup ta, hayatta kalan pek az kişi var.
Ayhan Çarkın’ın ifadelerinde adı geçen ve Ankara’da infaz edilen Avukat Faik Candan bu insanlardan biriydi..
Öyle anlaşılıyor ki, KUM’un üyeleri, Susurluk çetesi tarafından teker teker infaz edildiler.
Böylece de, savaş daha bir kızıştı..
Tıpkı bugün gösterilmeye çalışıldığı gibi, Kürtlere, savaşmaktan başka yol olmadığı bir kez daha gösterilmiş oldu!
Başa döner miyiz sorusunun bu bakımdan bence hiçbir anlamı yok.
Başta yazılmış senaryoyla ve onun aktörleriyle hesaplaşamadığımız için, başa dönmekten daha beter bir sürece girdiğimiz açık..
Değil mi ki, Ağar ve benzerlerinin içimize düşürdüğü korkudan tam da kurtulmakta olduğumuzu düşündüğümüz bir zamanda, daha beter bir şey olmakta.
Birbirimizden korkmaya başlayacağımız bir sürece soktular Türkiye’yi..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.