13 Şubat 1925’te başlayan Şeyh Said hareketi, Şeyh Said ve 46 arkadaşının 29 Haziran 1925’te Diyarbakır’da asılmasının üzerinden 89 yıl geçmesine rağmen bu hareketin toplumda bıraktığı etki hiç azalmamıştır.
1924 sonbaharında Erzurum’a gelen Bitlis mebusu Yusuf Ziya bey aralarında Cibran Aşireti reisi Halit bey’in de olduğu bazı kişilerle görüştü. Bu görüşmelerden sonra, önce Yusuf Ziya, ardından da Cibranlı Halit, Xoytî Aşireti reisi Hacı Musa bey ve birkaç kişi daha gizli Kürt İstiklal Komitesinin (Azadi Örgütü) üyeleri oldukları gerekçesiyle tutuklanarak Bitlis cezaevine konuldular.
Bu tutuklamalarla bağlantılı olarak ifade vermek için Bitlis’e çağrılanlardan biri de Şeyh Said Efendi idi. Ancak Şeyh Said yaşlılığını gerekçe gösterip Bitlis’e gitmedi ve ifadesini talimatla Hınıs’ta verdi.
Verdiği ifadeden sonra bir şeylerin olacağını tahmin eden Şeyh Said Efendi, Aralık ayında Hınıs’ın Kolhisar köyünden güneye doğru yola çıktı. Yolda Zaza müritlerin katılımıyla kalabalık bir kitle halinde Piran’a, bugünkü adıyla Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde kardeşi Abdurrahim’e misafir oldu. Kış aylarında bu yörede, böylesi bir seyahat alışılmış bir şey değildi; Şeyh Said dahil, herkes bir şeyler olacak diye bir beklenti içindeydi.
Osmanlı tarihe karışmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştu. Yeni devlette, Kurtuluş savaşında Türklerle beraber savaşan Kürtlerin ulusal hakları yasaklanmakla kalmamış, şimdi de yeni cumhuriyet Kürtlerle olan dini bağlarını koparıyordu. Halifelik kaldırılmış, medreseler yasaklanmış, gazetelerde dinle alay ediliyordu. Bundan sonra da buna benzer icraatlar devam edecek gibi görünüyordu.
Peki dini ve dili yasak olan Kürtlerin Türklerin dünyasında ne işi vardı?
Şeyh Said Efendi Kolhisar’dan Piran’a gelince kitleye katılanlardan birkaçının devlet tarafından arandığı ortaya çıktı. Bu kişilerin teslim edilip-edilmemesi konusunda Şeyh Abdurrahim ve askerler arasında çıkan tartışma sonunda çatışmaya yol açtı. Kitle galeyana geldi ve böylece 8 Şubat 1925 günü cumhuriyetin karşılaştığı ilk büyük ayaklanmanın fitili zamanından önce ateşlenmiş oldu.
89 sene önce gerçekleşen ve o zamandan bugüne kimilerince “milli”, kimilerince de “dini” olduğu ileri sürülen Şeyh Said hareketi, işin özünde hem dinidir, hem de millidir. Hareketin genel karakterine baktığımızda, dini önderlikli hareketin içinde, milli unsurların da yoğun olduğunu rahatlıkla görebiliriz...
Zamanından önce çıkan ve düzensiz bir şekilde gelişen bu hareket, bazı yerlerde başarılar elde etmesine rağmen bu başarılar korunamadı ve zamanla kazanılan yerler de kaybedildi. Nisan ayına gelindiğinde yaklaşık olarak geçen 2 aylık süre zarfında, Şeyh Said ve çevresi için gidişat kötüye gidiyordu...
Bu durumda harekata katılanlar için iki seçenek vardı: Ya sonuna kadar çarpışmaya devam edeceklerdi, ya da Türkiye sınırlarının dışına çıkacaklardı. Serhat bölgesinden Türkiye’nin dışına gitmek için en uygun yer İran idi. Bu nedenle Şeyh Said Efendi ve yanındakiler Murat Nehri üzerinde bulunan Abdurrahman Paşa köprüsünden İran’a geçmek istediler. Ancak buradan karşıya geçmek mümkün olmadı ve 15 Nisan günü, Şeyh Said ve yanındakiler başından beri devletle çalıştığı tespit edilen Cibranlı Kasım bey ve adamlarınca yakalandı ve devlete teslim edildi.
Ondan bir gün önce de 14 Nisan 1925 günü Cibranlı Halit Bey, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, kardeşi Teğmen Ali Rıza, damatları Faik bey ve Molla Abdurrahman Bitlis’te kurşuna dizilmişlerdi.
23 Mayıs’ta ise Kürdistan Teali Cemiyeti başkanı Seyyid Abdülkadir, oğlu Muhammed, Palulu Kör Sadi, Avukat Haci Ahdi ve Bitlisli Kemal Fevzi’nin de içinde bulunduğu kişilerin davası başladı ve bu kişilerin hepsi 27 Mayıs 1925’te Diyarbakır’da Ulucami’nin önünde asıldılar…
29 Haziran 1925’de ise sabaha doğru Şeyh Said efendi ve 46 arkadaşı Diyarbakır’da idam edildi.
Çeşitli zamanlarda idam edilen ve Kürtler arasında itibar ve nüfuz sahibi olan bu kişilerin hiçbirinin bugün bir mezar yeri dahi yok. Birileri gelmiş Kürtlerin en değerli insanlarını kurşuna dizmişler, asmışlar, fakat bir mezar yerini çok görmüşler…
Kürtlerin mezar konusunda yaşadığı trajedi elbette bunlarla sınırlı değil.
Yukarıdakilere ilaveten, Dersim ayaklanmasının lideri Seyyid Rıza ve arkadaşları 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday meydanında idam edildi.
Üstat Bediüzzaman 23 Mart 1960’de Urfa’da vefat ettikten bir süre sonra cesedi defnedildiği yerden çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürüldü.
Seyyid Rıza ve arkadaşlarının ve Bediüzzaman’ın da mezar yerleri belli değil.
İster çeşitli ayaklanmalara dayandırılsın, ister başka sebeplere dayalı olsun, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerin bu ve buna benzer yaşadığı sayısız olay vardır.
Neden hayatları ellerinden alınan, asılan ve kurşuna dizilen bu insanlar için bir mezar yeri çok görülmüştür? Yeri geldiğinde insani vasıfları belirlemede kendilerine olağanüstü değer biçenler, medeni olduğunu söyleyenler, söylesin bakalım, bu derece insanlıktan uzak böylesine zulümler dünyanın neresinde var? Geçmişte yapılmış olan bu zulmü, neden bugünün iktidarı, dedelerinin mezar yerlerini torunlarına gösterip bu kişilerin acılarını hafifletmiyor?
Dünyanın diğer ülkeleri de etnik, dini, siyasi veya başka sebeplerden dolayı idam ettikleri kişilerin kabirlerini gerçekten gizliyor mu, yoksa bu uygulama sadece Türkiye’ye özgü bir şey midir?
Şimdi samimi olmanın zamanıdır. Kürt meselesinde zaman zaman cesur adımlar atan Ak Parti samimi ise bu konuda da kendini göstermelidir.
Şeyh Said ve 46 arkadaşının, Cibranlı Halit Bey’in, Bitlisli Yusuf Ziya’nın, Seyyid Abdülkadir’in, Avukat Haci Ahdi’nin, Bitlisli Kemal Fevzi’nin, Dersimli Seyyid Rıza’nın, Üstat Bediüzzaman’ın ve isimleri tek tek burada yazılamayacak kadar çok olan kişilerin mezarları nerededir?
Devlet bu kişilerin mezarlarını bir an önce ortaya çıkarmalıdır.
Bugün çokça dillendirilen Kürt barışının bir anahtarı da buradadır…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.