Gülenci örgütlenme ile mücadelede hükümet sıkıntılı bir noktaya yaklaşıyor. Olağanüstü Hal süresinin bitimine bir ay kaldı. İlk 45 gün içinde normale dönme beklentisi belki gerçekçi değildi, ama AK Parti hanesine olumlu yazılan bir niyet belirtiyordu. Şimdi gözaltı, tutuklama, işten çıkarma, kariyer engelleme gibi önlemler o boyuta vardı ki, mantıklı bir sürede normale dönülmesi kolay değil.
Bunun anlamı OHAL’in devam etmesi ve bunun AK Partiye ‘eksi’ yazmasıdır. Çünkü böyle bir durumun ancak iki açıklaması olabilir. Ya istihbarat bilgilenmesine rağmen işin boyutu takdir edilememiş ve öngörülemeyen tedbirler almak durumunda kalınmıştır ki, bir yönetim zaafına işaret eder. Ya da bu işin boyutları bilinmesine rağmen OHAL’in başta kısa tutulup sonrasında uzatılacağı öngörülmüştür ki, bu da iktidarın bir ‘art’ niyet taşıdığı değerlendirmesini teşvik eder.
***
Diğer taraftan sorun OHAL’in kendisinde değil. Muhalefet partileri dahil herkes tehlikeyi takdir ediyor ve Gülencilerle mücadeleye destek veriyor. Ancak söz konusu mücadelenin meşruiyeti iki farklı ayak üzerine oturmakta... Birincisi Gülencilerin ne yaptığıdır. Mücadelenin gerekçesi buradan doğuyor. Gülenciler yanlış yaptığı için demokrasi unsurlarına, yani yasama, yürütme ve yargıya bir eylem alanı doğuyor. Diğer bir deyişle meşruiyetin bir yönü bu mücadelenin ‘niçin’ yürütüldüğü ve o noktada bir sorun yok.
Ancak meşruiyetin daha önemli olan bir ayağı var: Siyasetin bu kalkışmaya ‘nasıl’ karşılık verdiği… Bu bağlamda iktidarın ne yaptığı, hangi tedbirleri aldığı, bunları nasıl uyguladığı önemli... Çünkü iktidar belirli bir mücadele biçim ve içeriğine mahkum değil. Önünde bir seçenekler yelpazesi var ve seçiyor. Dolayısıyla sorumluluk taşıyor. Mücadeleye ilişkin bu seçimi yaparken meseleye hangi zihniyetle yaklaştığı, hukuk devleti anlayışına ne kadar bağlı kaldığı, hangi ilkelere göre karar aldığı ve kendi sınırını nasıl çizdiği meşruiyet açısından önem arz ediyor.
***
Unutmamak lazım ki Gülencilerin yanlışı siyasetin ona olan tepkisini kendiliğinden doğru hale getirmiyor. Başta iktidar olmak üzere siyasetin önünde doğrudan yanlışa uzanan ayrı bir davranış manzumesi var. Eğer darbe hep denildiği üzere siyasete ve demokrasiye karşı yapıldıysa, şimdi mücadeleyi yürütmekte olan iktidar da siyasete ve demokrasiye karşı sorumlu. Darbe girişimi doğrudan ve salt iktidara karşı olsaydı bile, demokrasiye bağlı bir iktidar için durum değişmezdi. Yine siyasete karşı sorumlu olurdu ve yine demokrasinin ilke ve kurallarını kollama ihtiyacı hissederdi.
AK Parti hükümetinin böyle bir anlayıştan tamamen uzak olduğunu söylemek adil olmaz. Ancak bu anlayışı kolladığını gösteren özenli bir duruş da sergilenmiyor. Öyle ki şu an itibariyle KHK’lar nedeniyle ileriye dönük büyük sorunların tohumları ekiliyor. KHK’larda içerik açısından OHAL gerekçesine uygun düşmeyen maddeler var. Ayrıca KHK’lar sadece OHAL süresince geçerli ve eğer Meclis’te yasalaşmazsa iptal edilecekler. Bu durumda devletin yüz binlerce vatandaşa tazminat ödemesi gerekecek. Bunlara ilaveten KHK maddelerine ilişkin yürütmeyi durdurmak mümkün olmasa da, iptali için dava açılabiliyor. Anayasa Mahkemesi ise KHK’ların ‘niteliğine’ yani anayasaya uygunluğuna bakabiliyor.
***
Bu tablo çok kısa bir süre içinde iktidarın hem vatandaş üzerinden hem doğrudan kurumsal anlamda yargı ile karşı karşıya geleceğini söylüyor… Bunun ne demokrasiye, ne siyasete ne de AK Parti’ye hizmet etmeyeceği açık. Hele OHAL uzatılırsa olay bir kısır döngüye dönüşerek kangren olmaya doğru da gidebilir. Bu da yıllara uzanacak bir toplumsal hasar demektir…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.