Savaşı öven, savaşın sürmesini isteyen yaşlı insanlar bende bir tür tiksinti duygusu yaratırlar.
Kendileri güvendeyken başkalarının ölümünü isteyenlerde çirkin bir bencillik, affedilmez bir vicdansızlık, iç bulandırıcı bir çıkarcılık görürüm.
Savaşı durdurma gücü varken, bu gücü savaşı sürdürmek için kullananların o savaştan mutlaka bir çıkarları, ahlaksızca bir beklentileri vardır.
Siyasi bir iktidar, bir makam, bir mansıptır savaştan umdukları.
Böylelerini bir odaya kapatıp, onlara bir ekranda günlerce savaştan gerçek sahneler seyrettirmek isterim.
Bir top mermisiyle karnı parçalanan bir çocuk, bir mermiyle kafatası delinen bir delikanlı, bir mayınla bacağı kopan bir genç...
Baksınlar o görüntülere.
Sonra o vurulan, parçalanan, ölen çocukların görüntülerini değiştirip, o ölülerin yüzlerinin yerine, savaş isteyen ihtiyarların yakınlarının yüzlerini yerleştirmek isterim.
Hiç olmazsa bir ekranda bir anlığına, sevdikleri birinin parçalanışını görmenin nasıl bir şey olduğunu anlasınlar diye.
Sonra onlara sormak isterim:
“İstiyor musun hâlâ savaşı? Karnı parçalanan bu çocuk senin çocuğun ya da torunun olacak olsa da istiyor musun?”
“Yüzükoyun yere kapaklanan bu delikanlı senin oğlun olacak olsa da istiyor musun?”
Savaşı iştiyakla, ihtirasla isteyenler savaşı bilmeyenlerdir.
Ben askerliğimi bir cephede yaptım.
Orada kaldığım süre içinde savaşı öven, savaş isteyen bir tek subaya, astsubaya, askere rastlamadım.
Orada, ölüm gerçekti çünkü.
Meclis kürsülerine, miting meydanlarına, televizyon ekranlarına benzemez cephe, orada ölüm fikri, tenine sürtünen tüylü bir hayvan gibi seni hep ürperterek seninle birlikte dolaşır.
Cephelerden binlerce kilometre ötede güvenle oturup savaşı kışkırtmak yapılabilecek en ahlaksızca iştir bence.
Savaş bazen gereklidir.
Kaçınılmaz hale geldiği zamanlar vardır savaşın.
Bir savaş kararı vermek, bir savaşı desteklemek için “barışın bütün yollarının” kesilmiş olması gerekir.
Barış yolu açıkken, çocukların yaşaması mümkünken, çocukları ölüme göndermek, onların ölmesini, karınlarının, beyinlerinin parçalanmasını istemek alçaklıktır.
Cepheden uzakta yaşayan bencil ve çıkarcı ihtiyarlar isterler böyle savaşı.
Onlar acıyı bilmez, onlar ölümü bilmez, onlar hayatı bilmez.
Bir sabah vakti kapınızın çalınıp da genç bir binbaşının hüzünlü bir selam çakıp elinizi öptükten sonra, içinde oğlunuzun ölüm haberi olan o resmî zarfı avucunuza koymasının ne anlama geldiğini bilmez.
Bir geceyarısı bir dağ köyünde kapınızı hızlı hızlı vuran, çamurlu poşusunu yüzüne dolamış yorgun bir gerillanın “oğlun öldü amca” demesinin yarattığı kederi bilmez.
Bilseler...
Anlasalar...
Başkalarının hissettiği o dayanılmaz ıstırabı hissetseler, vicdansız bir alçak değil, soylu bir insan olurlar.
Alkışlamazlar o zaman savaşı.
Savaş dursun, çocuklar ölmesin isterler.
Oğlu vurulmuş bir anneyi düşünün, en sevdiği insanın bir daha dönmeyeceğini, onun yüzünü bir daha hiç görmeyeceğini, onun kokusunu bir daha hiç duymayacağını, onun kahkahasını bir daha hiç işitmeyeceğini öğrenen bir anneyi düşünün.
Onun sevdiği yemekleri bir daha hiç pişirmeyecek bir anneyi düşünün.
Asla teselli bulmayacak o kederi, asla dinmeyecek o özlemi düşünün.
Ölü bir oğlu özlemekten daha korkunç ne olabilir?
Neyle teselli olabilir o anne, içindeki o acıyı neyle teskin edebilir?
Oğlunu öldürenlere duyduğu öfkeyle, intikam isteğiyle belki.
Öyle bir annenin intikam istemesini, savaş sürsün, “oğlunun katilleri ölsün” istemesini anlarım, herkes anlar.
Oğlunu öldürenler affedilmez düşmanlardır onun için, hepsi birden ölse öfkesi ve acısı gene dinmez.
Ölümle yaralanmış biri, ölümle iyileşmek ister.
Düşmanının ölümünü arzular.
Dün, Diyarbakır’da, ölümle yaralanmış anneler biraraya geldi.
Onlar birbirlerini öldüren çocukların anneleriydi.
Ölmesini istedikleri çocukların anneleriyle buluştu, çocukları ölmüş anneler.
Ve, dediler ki, “bizimkiler öldü artık başka çocuklar ölmesin.”
Birbirlerine sarıldılar.
Ağladılar.
Tek tesellileri olan intikam isteğinden vazgeçtiler, bağışladılar.
Ve dediler ki, “artık savaş dursun.”
Bir anne, “sıra sizde, sıra sizde” diye bağırdı.
Seslendiği, savaşta çocuğunu kaybetmemiş, yakınını kaybetmemiş, ölümün acısını tatmamış o bencil, o çıkarcı ihtiyar savaş çığırtkanlarıydı.
Eğer bu vicdanları örselenmiş bencil ihtiyarlar, barış umudu varken savaşı böyle kışkırtmayı sürdürürlerse, o çocuklar dağlarda, cephelerde, mevzilerde mermilerle parçalanırsa, onların yüzünden çocukları ölecek olan anneler onları affetmeyecekler.
Düşmanlarını affedecekler, o ihtiyarları affetmeyecekler.
Çünkü bilecekler ki asıl düşman o insafsız ve bencil ihtiyarlardır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.