Seçimden bu yana içine girdiğimiz oldukça engebeli süreçte PKK’nın Abdullah Öcalan’ı tasfiye etmek istediğine dair bazı kuşkular dile getirildi. Bu, endişeye de yol açan bir şüpheydi, çünkü genel kanı Öcalan’ın barışçı bir çözüme daha yakın bir yerde durduğu doğrultusunda. Şu günlerde bulunduğum tatil yerinde elime geçen yayınlar arasında Cengiz Çandar’ın bu düşünce tarzına karşı “uyarı” içeren yazısını okudum.
Ben de Öcalan ile örgüt arasında böyle “tasfiye” gibi kavramları akla getirecek bir ayrışma olduğu kanısında değilim. Ayrışma, olduğu kadar, örgüt dışından olayları izleyen ve kanlı çatışmaların bir an önce bitmesinden yana olanlarla sözü edilen “barışçı çözüm”e ancak silâhlı örgütün varlığı sayesinde ulaşılabileceğine inananlar arasında.
Ama işin o yanını şimdilik bir yana bırakalım, çünkü nasıl olsa o konu üstünde durmamız gerekecek. Ben bu son durumda gözlemlediğim başka bir konu üstüne birkaç söz söylemek istiyorum: “başka konu” dediğim, aslında yukarıda değindiğim “endişe”, yani PKK’nın Öcalan’ı İmralı’da hücresine gömüp savaşı devam ettirmesi, barışçı çözümden yana olan Öcalan’ın sesinin böylece kısılması tehlikesi.
Durum buysa, bu “teşhis” genel çizgileriyle doğru bir teşhis ise, yapılması gereken şey, Öcalan’ın durumunda bir düzelme sağlamak değil midir? Sormak istediğim şey bu.
Silvan’daki kanlı olaydan sonra Öcalan avukatlarıyla konuştu ve bazılarının beklediği şekilde PKK’ya yüklenmedi. Öte yandan “barışçı çözüm”ün mümkün olduğunu, kendisinin de bunu sağlamak için çalışmaya hazır olduğunu söylemekten vazgeçmedi. Gördüğüm kadarıyla PKK’nın olsun, Öcalan’ın olsun, şimdilik aralarında uzun boylu uyuşmazlık olmadan uyguladığı strateji bu ikisini birarada yürütmeye dayanıyor: “Barışçı çözüm karşılıklı jestlerle mümkün olur. Siz de içtenlikle bundan yana olduğunuzu belli eden jestler yapın –yani, teminat verin– ondan sonra ortamı silâhtan arındırmak üzere –gene karşılıklı– işe girişelim.”
Bunun öyle mantık dışı, kabul edilemez bir öneri olduğunu da düşünmüyorum doğrusu.
Kürt halkı arasında, bugüne kadar PKK’nın izlemiş olduğu yolu onaylayan, doğru bulan, kaçınılmaz bulan vb. azımsanmayacak sayıda insan var. Ancak, bütün bu insanlar arasında da, “Apo”nun prestiji, PKK’nın prestijinin önünde gidiyor. Öncelikle bu nedenle PKK’nın Öcalan’ı bir biçimde tasfiye etme kararına varması çok güç (örgüt içinde bunu gerekli görenler olsa da).
Öcalan ise, avukatlarıyla son konuşmasında da söylediği gibi, “Bu koşullarda benim elimde hiçbir araç yok,” diyor; “elimden araç olmazsa, oynayabileceğim rolü nasıl oynayayım?” Bu da çok net, açık bir söz. “Acaba ne demek istedi?” diye düşüncelere dalacak bir durum yok. Ayrıca, bu da, mantık dışı bir şey değil.
Bu yakıcı sorunla birlikte, yıllardır, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Şimdi dönüp baktığımızda bu “yol”un bir “arpa boyu” olmadığını görmek istiyorsak, anlamsız gurur çekişmelerine pabuç bırakmamalıyız. “Öcalan öyle dediyse ben bunun tersini yapmalıyım” mantığını terk etmeliyiz. Az sayıda insan dışında herkes artık bu gailenin son bulmasını istiyor. Bu “son bulma”ya katkıda bulunabilecek herkesin katkısının önü açılmalı. Burada barış, bir tarafın öbürüne dikte edeceği bir şey değil, üzerinde anlaşarak, anlaşılan ilkelerden daha iyisinin –şimdilik– olmadığına inanarak varılacak bir sonuç, bir çözümdür.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.