PKK ve KCK davalarından mahpusların cezaevlerinde 14 Eylül’de başlattıkları açlık grevleri geçen pazar kimse ölmeden sonlandığına göre, eylemin bir siyasi muhasebesini yapmanın insani açıdan hiçbir sakıncası yok.
Bu eylemi başlatan Abdullah Öcalan değildi. Çünkü Öcalan cezaevinde siyasi tecrit koşullarındaydı. Avukatlarıyla görüştürülmüyordu. Kimseye açlık grevi talimatı verecek durumda değildi.
Ancak açlık grevlerini bitiren Öcalan oldu.
Bu eylem sırasında ölümler meydana gelse idi Türkiye’de sokaklar kesinlikle karışacaktı. Belki başka can kayıpları yaşanacak, dolayısıyla ülkenin Kürt sorunu kaynaklı istikrarsızlığı daha da büyüyecekti. Ve hatta Türkiye’nin uluslararası itibarı zarar görecekti.
Peki, bu sonuçların ortaya çıkmasını ne önlemiştir?
Malum, Öcalan’ın kendisiyle geçen cuma İmralı’da görüşmesi sağlanan kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla yaptığı çağrı...
İmralı’dan dönüşünde kameraların önüne geçen Mehmet Öcalan, kardeşinin “Ben burada açlık grevlerinin sonlandırılması gerektiğini belirtiyorum. Artık bu eylem amacına ulaşmıştır” dediğini aktardı.
Ve iki gün sonra Kürt mahpuslar açlık grevini bıraktılar.
Bazılarını rahatsız edecek olsa da yalın netice şu: 2011’in temmuzundan beri siyasi tecrit koşullarında yaşatılan Öcalan’ın açlık grevine müdahalesi Türkiye’nin istikrarı açısından olumlu olmuştur.
Ama Öcalan’ın bir “istikrar unsuru” olarak temayüz etmesi için önce “Öcalan’sızlaştırılmış” Kürt hareketinin mahpushane Kürtlerini harekete geçirip ülke istikrarını tehdit etmesi gerekiyormuş.
Ve hadisenin sonunda Öcalan bu kez bir “hayat kurtarıcı” olarak İmralı’dan seslenmiş bulunuyor.
4 Kasım tarihinde bu köşede yayımlanmış olan “Öcalan’lı senaryo” başlıklı yazıda, “İstenirse Kürt siyasi mahpusların açlık grevi bir gün içinde sonlanabilir. Onlara hitaben İmralı’dan ‘Bitirin’ çağrısı yapılsın, yeter” demiştim.
Mamafih, Öcalan’a uygulanan siyasi tecridin kalkmış sayılması için kendisiyle görüşmek üzere adaya gidenlerin avukatları olması gerektiğinden de söz etmiştim.
Bu da güvenlikçi siyasetin İmralı ayağının çökmesi anlamına gelecekti.
Ama İmralı’ya avukatlar değil, kardeş Öcalan gitti. PKK’nın kurucu liderinin birinci dereceden akrabası olan biraderiyle görüşmesi zaten sıradan bir hükümlü hakkı.
Kısacası, “siyasi tecrit” henüz kalkmış değil.
Başbakan Erdoğan uçağında gazetecilere, “Avukatlarının gitmesine sıcak bakmıyorduk. Ama ‘Yasal olarak ailesi her an gidebilir’ dedik” diye konuşmamış mıydı?
Sayın Başbakan, “Açlık grevinin bitirilmesi karşılığında kendisine bir söz verildi mi, taahhütte bulunuldu mu?” sorusuna da “Hiçbir sözümüz, vesaire yok” cevabını vermişti.
Ama Öcalan “Eylem amacına ulaştı” diyor.
Kastettiği, kendisinin ne kadar tayin edici olduğunun dünyaya gösterilmesiyse doğru. Ama amaç siyasi tecridin kalkmasıysa, söylediği yanlış.
Yarın ne olur bilinmez. Belki de önce kamuoyu alıştırılır, tecrit sonra kalkar. Şimdilik netice şu: Açlık grevi, eylemin görünürdeki amaçlarının bir teki bile elde edilmeden sona ermiştir ama Öcalan kazanmıştır. Ve hükümet kaybetmemiştir.
Milliyet
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.