Türkiye'nin uluslararası alanda mesafe kat etmesini engellemek için 'PKK kartı'na oynamak isteyecek, varolduğu müddetçe bu 'yumuşak karın'a yumruk atmaktan çekinmeyecek pek çok ülke var.
Paris suikastinden artan DHKP-C saldırılarına kadar gözle görünür somut kanıtlar da çoktur.
Öcalan da başından beri bu tehlikeye dikkat çeken açıklamalar yapıyor. Örneğin Haziran ayı içerisinde, yani Gezi sürecindeki bir ziyarette, BDP Eş Başkanı Demirtaş'a şunları söylemişti:
'Türkler ve Kürtler adına son iki yüzyılda şiddet sarmalı üretildi. Bu barış süreciyle şiddet sarmalından çıkmaya çalışıyoruz. Barışı kendi özgücümüze dayanarak inşa etmeye çalışıyoruz. Ancak içeride ve dışarıda bazı çevreler var. Bunlar Kürtlerin-Türklerin birbiriyle barışmasından rahatsız. Bu şiddet sarmalını bize dayatanlar, bu defa bizsiz barışamazsınız demeye getiriyorlar. Yani savaşınızı da biz yaparız, barışınızı da biz yaparız diyorlar. Özgüce dayalı bir barışı inşa etmemiz lazım. Bunu başaramazsak, bu şiddet sarmalını Türklere ve Kürtlere bir kader olarak dayatmaya devam edecekler.'
Çözüm süreci, Oslo sürecinde olduğu gibi Batılı bir devleti 'hakem' veya 'üçüncü taraf' olarak konumlandırmadı. Malumunuz Oslo sürecindeki üçüncü aktör İngiltere idi. Öcalan, tamamen dış inisiyatiften azade ve iç dinamiklere yaslanan sürecin önünde uluslararası bir karşı koalisyon olabileceğine dikkat çekiyor. Ki çözüm sürecindeki en kilit isimlerin başında gelen MİT Müsteşarı Hakan Fidan aleyhinde uluslararası basın üzerinden sürdürülen itibarsızlaştırma kampanyasını bu çerçevedeki son örnek olarak okumak mümkün.
Aynı şekilde, 7 Şubat 2012'de Hakan Fidan üzerinden hükümetin Kürt meselesi politikasını ve bizzat Başbakan Erdoğan'ı hedef alan çözüm karşıtı devlet içi odaklar da, içeride 'bizsiz barış olmaz' diyenlere iyi bir örnek teşkil ediyor. Ayrıca ya 'âkil insanlar' içine giremediğinden ya da süreci öngöremeyip boşluğa düştüğünden veya Erdoğan alerjisinden süreci çökertmek için propaganda olarak elinden geleni ardına koymayan sol-liberal çevreler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Sanırım bu grup en nihayetinde cürmü kadar yer yakabildiğinden, Öcalan son görüşmede 'paralel devlet' dediği ilk gruba işaret etmiş.
BDP milletvekili Baluken şöyle aktarıyor: 'Öcalan, paralel devlet anlayışının aslında 200 yılı aşkın bir süredir bu topraklara sızdığını ve halen çok güçlü olduğunu belirtti. Bu yapının bir Türk-Kürt çatışması üzerinden bugüne kadar kendini var ettiğini ifade etti. Dolayısıyla 'Bu paralel devlet hala bir Türk-Kürt çatışmasını nasıl yaratabilirim' arayışı içerisindedir.'
Öcalan, bu minvalde Ak Parti'ye de şöyle bir eleştiride bulunmuş: 'AKP'nin, bu resmi kurumsallaşmış devlet yönetiminin bunu hala görmediğini, çözüm süreci ile ilgili zorlayıcı durumun da bu olduğunu dile getirdi.'
Derin odakları ve nasıl işlediklerini ne yazık ki 'tecrübeyle sabit' bildiğimizden, bu sözlerin kimlere işaret ettiği aşağı yukarı belliyken, BDP Eş Başkanı nasıl bir tevilde bulundu dersiniz?
'AKP ve paralel devlet iç içedir. Yeri geldiğinde bunu kullanan bir anlayış vardır. Paralel devlet barış ve çözüm süreçlerinde önümüzü en fazla kesen ve AKP'nin de çok rahatsız olmadığı bir durumdur.'
Sözün Öcalan'ın kastından farklı bir noktaya çekildiği ortada ama daha ilginci Ak Parti'ye yönelik bakıştaki şartlanmış önyargıdır. Bu öyle bir şartlanmışlıktır ki hükümetin 7 Şubat'ta, Başbakan'ın sağ kollarından birisi olan Hakan Fidan'ı ve onun üzerinden Başbakan'ın kendisini hedef alan odaklardan, hükümetin hiçbir rahatsızlık duymadığına inanabilmektedir.
İlginçtir aynı çizgideki KCK, ulusalcılara selam yollayıp onları çözüm taraftarı, Ak Parti'yi çözüm karşıtı lanse edebilmektedir. Ya da BDP'nin iki milletvekili, Ertuğrul Kürkçü ve S. Süreyya Önder, CHP ile ittifak arayışına benzer önyargıyla bakmamaktadırlar. 'İlkelerde anlaşırsak' gibi yuvarlak deyimlerin arkasına sığınarak anadilde savunmaya ve yerel yönetimleri güçlendiren 'Büyükşehir Yasası'na karşı çıkmış, öğrenci andının kaldırılmasını Anayasa Mahkemesi'ne taşımış bir partiyle daha hâlâ ilkeler üzerinde anlaşabileceklerini düşünebilmektedirler.
Ama CHP muhalefetine rağmen pek çok reformu hayata geçiren, Öcalan'ı siyasî bir aktör olarak gören Ak Parti, kayıtsız ve şartsız 'radikal kötü'dür. Suheyb Öğüt'ün de yazdığı gibi bunun adı 'Ak Parti ırkçılığı'ndan başkası değildir.
Öcalan, Ak Parti'yi zelilleştiren ırkçı bir bakışa sahip olmadığı, Ortadoğu dengelerini okuyabilen realist biri olduğu için çözüm sürecinin arkasında durabiliyorken, BDP ve KCK ulusalcılara bile selam çakan ve onlarla ittifak arayıp, Türk ve Kürt gençlerinin kanı üzerinden siyaset yaparak ülkeyi 'Suriye'ye çevirmek'le veya 'sözün bitmesi'yle tehdit edebiliyorlar. Yazık ediyorlar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.