Bir Türk olmanın en zor yanlarından biri, sık sık başkalarına imrenmek zorunda kalmak, “keşke bizim ülke de böyle olsaydı” diye iç çekmek, imrendiğin ülkeler gibi olabilmek için daha uzun zaman geçmesi gerektiğini bilerek kederlenmek sanırım.
Amerikan seçimlerini ve Başkan Obama’nın konuşmasını izledim.
Amerikalı seçmenlerin yüzde 72’si beyaz, siyah seçmenler yüzde 13 civarında.
Ve, seçimi bir siyah kazandı.
Beyazlarla siyahların kanlı çatışmalardan, çok gaddarca cinayetlerden, derin acılardan geçtiği bir ülkeden söz ediyoruz.
Obama’nın seçimdeki rakibi bir beyazdı ama o da “azınlıkta” olan Mormon mezhebine mensuptu.
Başkanlık için yarışan iki aday da “azınlıklardan” çıkmıştı.
Siyasette “ırk ve mezhep” kutuplaşmasını gerilerde bırakmayı başarmış bir topluma, siyaseti neredeyse sadece “ırk ve mezhep” üzerinden sürdüren bir toplumun insanı olarak imrenmemek kolay mı?
Obama’nın “teşekkür” konuşması, bizim Başbakan Erdoğan’ın “bahtsız bedevi” konuşmasıyla aynı güne denk düştü.
İkisi de halkının yüzde ellisinden oy almış iki siyasi lider, üslupları arasındaki fark da sadece iki insanın değil, iki ülkenin farkı.
Biz “güce” tapınırken, herkesi korkutmak isterken, dünyanın en büyük ve en güçlü ordusuna sahip ülkenin başkanı ise “bizim gücümüz ordumuzdan gelmiyor” diyordu konuşmasında.
“Bu ülkenin diğer tüm ülkelerden daha fazla serveti var, ama bizi zengin yapan bu değil. Tarihteki en kuvvetli orduya sahibiz, ama bizi kuvvetli yapan bu değil. Üniversitelerimize, kültürümüze tüm dünya imreniyor ama dünyanın bizim kıyılarımıza gelmeye devam etmesinin nedeni bu değil. Amerika’yı istisnai yapan, dünyadaki en fazla çeşitliliğe sahip milleti birarada tutan bağlardır. Ortak kaderi paylaştığımıza dair, bu ülkenin sadece birbirimize ve gelecek nesillere karşı belli yükümlülüklerimizin olduğunu kabullenmemiz hâlinde işleyebileceğine dair inançtır. Amerika’yı büyük yapan bunlardır” diyordu Obama.
“Siyah ya da beyaz, Hispanik ya da Asyalı ya da Amerikan yerlisi, genç, yaşlı, zengin, fakir, engelli, engelsiz, heteroseksüel ya da eşcinsel, eğer istiyorsanız, Amerika’da başarabilirsiniz” diyordu.
Söylediğinin doğruluğu da bu sözleri başkanlık koltuğuna ikinci kez oturan bir “siyahın” söylemesiyle kanıtlanıyordu.
Amerika, insanlık tarihinin en gaddar ülkelerinden biri, dünyaya kan kusturmuş, başkalarının topraklarını işgal etmiş, savaşlar çıkartmış, suikastlar düzenlemiş, yabancı ülkelerin iç işlerine müdahale etmiş, siyahları ezmiş, ırkçılığı yaşamış bir ülke.
Ama bugün bir siyahı ikinci kez başkan seçebiliyor.
Seçilen başkan, ülkesinde herkese yer olduğunu, herkesin başarıya ulaşabileceğini söylüyor.
Halkının kendisine benzemeyen kesimlerini ezmeyi düşünmüyor, kimsenin dilini, dinini, kültürünü aşağılamıyor, kendisini eleştirenleri düşman olarak görmüyor.
İmrenmez misiniz?
Türkiye’de bir Kürt’le bir Ezidî’nin Çankaya için yarıştığı bir günün gelip gelmeyeceğini düşündüğünüzde, neye imrenmeniz gerektiğini de anlarsınız.
Seçmeninin yüzde 72’sinin beyaz olduğu bir ülkede bir “siyahın” başkan olduğu çağda biz hâlâ “anadilde eğitimin şeytan oyunu” olduğunu konuşuyoruz.
Cumhuriyet Bayramı’nda yürüyen CHP’lileri meydanlarda dövdürüyoruz.
Uludere katliamının sorumlularını ortaya çıkarmıyoruz.
Hâlâ siyaseti “idam” şantajlarıyla yürütmeye uğraşıyoruz.
Obama’nın ikinci kez seçilmesi sadece Amerika’nın değil dünyanın nasıl değiştiğini de gösteriyor aslında.
Gelişmişliğin ölçüsünün, “azınlık” kavramını ortadan kaldırmak olduğunu anlatıyor herkese.
“Ben çoğunluğum, herkes benim gibi olacak, benim dediğimi yapacak” zorbalığının bittiğini kanıtlıyor.
Bunlara imreniyorum işte.
Kendi ülkemde de bu ölçüler geçerli olsun istiyorum.
Bu ülkenin yöneticileri de Obama ya da Clinton düzeyinde konuşabilsin istiyorum.
“Sen azınlıksın çocuğunu anadilinde eğitemezsin” zorbalığı bitsin istiyorum.
Başörtülü kadınlar da “eşit vatandaş” olsunlar, seçme hakkına sahip oldukları gibi seçilme hakkına da sahip olsunlar istiyorum
Amerika’nın bazı eyaletlerinde “eşcinsel evlilikler” yasallaşırken, burada televizyon dizilerine karışılmasın istiyorum.
İnsanların nasıl yaşayacağına, nasıl eğitim göreceğine, nasıl ibadet edeceğine devlet müdahale etmesin istiyorum.
“Oyunuzu kazansam da kazanmasam da sizi dinledim, sizden bir şeyler öğrendim. Siz beni daha iyi bir başkan yaptınız,” diyecek güvene sahip siyasi liderler olsun istiyorum.
Rakip partinin seçim kaybetmiş lideri konuşurken, müziği kapatıp o konuşmayı kendi seçmenine de dinleten partiler olsun istiyorum.
Amerikalıların yaptığını biz niye kendi ülkemizde yapamıyoruz diye dertlenmeyeyim istiyorum.
Çok şey mi istiyorum?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.