Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın suçları, bu ülkede gazetecilik yapmakta ısrar etmekten başka bir şey değildi. Muktedir siyasi irade, bu arzunun peşinden koşmuş olmalarının bedelini onlara bir yıldan fazla hapisle ödetmiştir.
Onların hayatından 375 günün çalınması, haklarında iddianame düzenlenmiş ve dava açılmış olmasına rağmen bir “yargısız infaz” vakasıdır. Pekâlâ tutuksuz yargılanabilecekler iken tutuklanmışlar ve siyasi iradenin gıyaplarında peşinen, yargısız vermiş olduğu hükmün infazına maruz bırakılmışlardır.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın yanı sıra, davanın diğer sanıkları açısından da durum budur...
Oda TV iddianamesi ve davası bir “yargısız infaz” vasıtasıdır.
Sanıklara yaşatılan trajediye, insan hakları ve özgürlükler ölçüsünden bakarak başka türlü bir sonuca varmak mümkün değildir.
Bu dava, yargılamaya çalışanlar açısından da başından itibaren sıkıntılı bir hal arz ediyor. “Yargısızlık” burada da var. Daha doğrusu “yargılayamamak”...
Misal, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın “terör örgütü”ne üyelik iddiasıyla tutuklanmasının ardından yazılan iddianamede defalarca karşımıza çıkan cümle, onların gıyabında, başka bir sanıktan diğerine gönderilmiş bir e-postadan alınmış: “Nedim’e söyleyin Ahmet’i çalıştırsın”... Bu cümleden hareketle bir suç isnadı yönünde çaba söz konusu... Sayın Savcı “Anlaşılmıştır” diyor her seferinde, ama delil diye sunulan kifayetsiz kalıyor. Neticede “talimat” yerine ulaşmış mı, Nedim, Ahmet’i çalıştırmış mı anlaşılamıyor.
Şener ve Şık hakkındaki suçlama “terör örgütü üyeliği”nden “terör örgütüne yardım ve yataklık”a düşürülürken, sanıklara yaşatılan trajedi yargı açısından bir komediye dönüşüyor.
Şimdi, Nedim Şener ve Ahmet Şık’la birlikte davadaki diğer tutuklu sanıklardan Sait Çakır ve Coşkun Musluk’un tahliyelerine çoğumuz seviniyoruz. Hepsine, aileleriyle birlikte büyük geçmiş olsun.
Peki, hapiste kalanlara ne olacak?
Hapiste halen 100’e yakın gazeteci var. Bir hak ve özgürlük olarak gazeteciliğin bizatihi kendisi de hapiste...
İki gazetecinin tutuklanması dünyadaki Türkiye algısında bir kırılma yarattı. Bu tutuklamalar Türkiye’de basın özgürlüğünün hızla kötüleşen durumunu adeta bir mancınıkla dünyanın gözlerinin önüne fırlattı. “Otoriterleşen Türkiye” algısı yerleşti.
Malum siyasi iradenin tutuklatma merakı yüzünden, gazetecileri hapse dolduran ülkeler radarında görünen en büyük iz, Türkiye’ninki oldu.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı tutuklatan irade, belli ki vakanın kendileri açısından dünyayla ilişkilerinde bir kronik baş ağrısına dönüşeceğini öngörememişti. Şimdi iki gazeteciyi serbest bıraktırmakla, bu baş ağrısından kurtulmayı umuyor olabilirler.
Çok sayıda gazeteciyi hapiste tutmaya devam ederlerken, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı salıvermek baş ağrılarını dindirip radardan çıkabilmelerine yetecek mi göreceğiz.
Nedim Şener bu ülkenin yetiştirdiği son “araştırmacı gazeteci”dir. Nerede olursa olsun, doğası gereği iktidarların menfaatine halel getiren bir gazeteciliktir ve bu tür namına Türkiye’de icra edilmiş son parlak işlerde onun imzası vardır.
Ne mutlu ki Nedim Şener çıktı; ama ne yazık ki yaptığı gazetecilik içeride kaldı ve kalmaya devam edecek. Çünkü bu iktidar öyle istiyor. Ve Nedim’in serbest kalması bu konuda olumlu bir kırılmaya falan işaret etmiyor. Keşke bazı meslektaşlarım gibi tercih edilmiş bir naiflikle “iyimser” görünmeyi becerebilseydim.
Bu iktidarın ceberutluğuna ve halen sürmekte olan medyanın tümünü yandaşlaştırma girişimlerine bakınca, özgür Nedim Şener’in ana akım medyada araştırmacı gazetecilik yapmasına izin verileceğini öngöremiyorum. Yanılmayı çok istemekle birlikte gerçekçi olmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.