“Nurculuk eleştirisi ve mesiyanizm” başlıklı yazımda (2 Ağustos 2015) Bedri Gencer’in Nurculuğa ilişkin eleştirilerine davetiye çıkaran bazı mesiyanik unsurlara değinmiştim. [Bu arada merak edenler için şahsi olarak mehdilik konusunda ne düşündüğümü de yazayım: Ben şahsen Mehdi’nin hiçbir zaman gelmeyeceğini düşünüyorum. Yani Mehdi, ümitsizliğe düşüp karanlık tünelde kaybolma endişesi taşıyan müminler için daralma ve inkibaz dönemlerinde tünelin ucundaki ışık gibi bir ümit ideali olarak vardır. Bediüzzaman da anladığım kadarıyla zaten Mehdi bahsini muhtelif tezahürleri olabilecek bir fonksiyon olarak görüyor (“mehdi-misal” kavramsallaştırması). Mehdi, gelmeyecek ta ki her zaman beklenebilsin. Bu idealin değişik versiyonları sair dinlerde de vardır.]
Gencer’in yazılarında yaptığı türden dinî ayırımların yansımalarının ve cemaatsel ayrışmaların aldığı hâllerin mahiyetini kavramsal derinlikle ele almak son derece doğru ve saygıdeğer bir çaba olmakla birlikte bunun siyaset üzerinden (yani Türkiye’de siyasi ayrışmalar üzerinden) yapılması problemlidir. En azından indirgemecidir. Zira siyasete yolunu düşürmeyen yaklaşımlar olduğu gibi siyasetteki ittifakların (saf’laşmaların) her zaman ideolojik örtüşmelerden (hat’lardaki ortaklıktan) neşet etmediğini görmek gerekir. İşin ekonomi ve konumlar âlemi anlamında ilişkisel alan (field) boyutu da var.
Nurculuk eleştirisi dışında genel olarak bu yazılarında “din = sünnet özdeşliği”nde ısrar eden Gencer daha mutedil seslere karşı da “Sünnîlik ‘İslâmın ana doğru yorumu’ değil, kendisidir” diyen bir yaklaşım serdediyor. Bu yaklaşım İslami bir yaklaşımdan çok milliyetçi bir yaklaşımdır ve Sünnilik cemaatinin milli ideolojisi mesabesindedir. Sünnilik için İslamın en doğru veya ana doğru yorumu değil de kendisi demek bir inhisardır. Bu, Sünniliğin kendi tarihyazımını tarihin kendisi olarak görmek demektir. Milli bir his veya şiir olarak kabul edilmelidir.
Gencer’in yaklaşımında Sünniliğin, onu teşvik ve muhafaza için ona giydirilen tarikat gömleğine dönüşmesi sözkonusu. Sünniliğin bir tarikat hâlini almasıyla sonuçlanan ve Sünniliğin başlangıçtakitevazuundan yoksun olan bu yaklaşım, tutulan şey olan Sünnilikten değil, onu askerî bir inzibatla tutan tarikattan kaynaklanmaktadır. Demir eldiven organik elin kendisi sayılmaktadır.
Said Nursi’nin yaklaşımı İslamın kendisi değil İslamın içinde bir yorumdur. Risale-i Nur “dava değil, dava içinde burhandır” der. Said Nursi hem tasavvuf çizgisini hem de kelam çizgisini gayet iyi biliyordu. Bu ikisinin de verimlerini özümseyip ikisini de aşan bir yol geliştirmiştir. Sahabe mesleğidediği veraset-i nubuvvet çizgisini ihya etmiştir. (Bu yolun tarikat yolundan nasıl ayrıldığı ayrı bir yazının konusu.)
Herkesin bir kör noktası var. Bu hermenutik hakikatin bizi götüreceği yer, her türlü mutlaklaştırmakarşısında İmam Şafii’nin salık verdiği “tevazu” olmalıdır.
Anlamı tekleştirmeden ve tekelleştirmeden Said Nursi’nin Qur’an ayetlerinden Risale-i Nur hizmetine işaretler bulmaya hakkı vardır. Buna en fazla katılınır veya katılınmaz. Bir nevi dua ve Nur mesleğinin mahiyetini nazara vermek ve manevi şevk vermek için vurgulanan “imanla kabre girmek” bahsinin nasslarla çatışır bir tez olarak bütünlükten soyutlanıp masaya konması adilane değil. Bu tür itirazlara cevap bir yorum meselesi olacaktır. Ama nedense ilmî bir tartışmanın lezzetini vermeyecektir. Nurculuk bahsinin böyle en ters tarafından açılması talihsizliktir. Ve okuyucunun Nursi’nin temel tez ve yaklaşımlarıyla karşılaşmadan böyle hakikaten marjinal ama ancak bir fıkıh polisliğinin dar nazarına takılabilecek ve çoğu kez basit tevillerle telifi mümkün (ve öcüleştirici) konularla tartışılması Nurculuğa haksızlıktır. Nurculuk da eleştirilmeli elbet: mahkemeye çıkartılmalı ama tutuksuz bir yargılama olmalı.
Gencer’in yazı dizisinin başındaki esas eleştirisi olan gnostisizm bahsine gelemedik.
Gnosis’in Voegelin’in daralttığı anlamı dışındaki geniş anlamı hem Nurculuğa hem de tasavvufa şamilirfani geleneğe işaret ediyor. Ancak, Voegelin’in kavramsallaştırdığı hâliyle eskatolojik bir dünyadan kaçma patolojisi olarak apokaliptik bir gnostisizm eleştirisinin gerçek muhatabı tarikattır, Nurculuk değil. Bunu da sonraki yazıda açmaya çalışayım.
Son olarak Gencer’in bilim adamlığını ziyadesiyle abarttığı gözlerden kaçmıyor. Yeri geldiğinde alet ilimlere olan hâkimiyetini bir tür ilmî tahakküme meyyal edayla başlara kaktığını da görüyoruz. Hâlbuki çok iyi bir ilim adamı, ilim adamlığı konumuna dikkat çekmez. Nasıl ki iyi bir sosyolog, sosyolog olarak kalamaz. Hiçbir bilimsel/ ilmî disiplin çok fazla ciddiye alınmayı haketmeyecek kadar kısmidir. Avam bunu önemser ve zahirperestler bununla avamı ya okşar ya da tehdit ederler. Hakiki ehl-i ilim bunların ikisine de tenezzül etmemeli.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.