Fethullah Gülen 1970’li yılların başlarında İzmir’de Nurculuktan ayrılıp kendi cemaatini kurmaya başladı ve zamanla küresel ölçekte bir hareket inşa etti. Ancak ilk günden itibaren bu hareketin Nurcu olup olmadığı tartışmalıdır. Gülen de özellikle ilk yıllarda kendisini Nurcu olarak lanse etmemeye, Bediüzzaman Said Nursi’ye doğrudan ve açıktan atıfta bulunmamaya özen gösterdi. Fakat özellikle 2000’li yıllardan itibaren Gülen cemaatinin Nurculukla ilişkisi daha yoğunlaştı ve alenileşti. Öyle ki Prof. Hakan Yavuz hareketi “neo-Nurculuk” olarak tanımladı ve bu tanım çok da fazla yadırganmadı.
AKP hükümetiyle olan savaşın alenileşmesiyle birlikte Gülen cemaatinin Nurculuk düşüncesi ve Nurcu hareket(ler)le ilişkisi yeniden gündeme geldi. Malum, Nurculuk, Nursi’nin 1960’ta vefatıyla birlikte sürekli bölünüyor, kimileri ülke çapında, kimileri yerel özellikler gösteren, hatta bazıları Gülen cemaati kadar olmasa da dış dünyaya da açılan çok sayıda grup mevcut ve bunlar esas olarak Nursi’nin Nur Risaleleri’nin okunup yaygınlaştırılması olmak üzere bir dizi faaliyet yürütüyorlar.
Beş abinin tavrı
Peki Nurcular cemaat-hükümet savaşına nasıl bakıyor? Kime daha yakın? Farklı gruplarla ilişkili ve bağımsız hareket eden çok sayıda Nurcu ile konuştuktan, son günlerde medyaya yansıyan bazı haber ve yorumları inceledikten sonra şu sonuçlara vardım:
1) Bu savaştan memnun olan hiç kimseyle karşılaşmadım.
2) Tarafların doğrularına sahip çıkıp yanlışlarını eleştirme eğilimi öne çıkıyor.
3) İlk başlarda Yeni Asya grubunun cemaatten yana tavır aldığı izlenimi doğdu, fakat bazı sözcüler bunu kısa sürede tekzip etti. Yine de Nurcular içinde cemaate en yakın grubun Yeni Asya olduğu söylenebilir.
4) Buna karşılık birçok Nurcu grup ve şahsiyetin hükümete daha yakın pozisyon almaktan çekinmediğini görüyoruz. Bu açıdan en önemli gelişme Nursi’nin hayattaki beş öğrencisi (bugünün beş abisi), Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı ve Abdülkadir Badıllı’nın 2013’ün son gününde yaptıkları ortak açıklama. Buradaki “Cemaat adına siyasi faaliyette bulunmak, siyasi partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur’un iman ve Kur’an hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir” cümlesinin Gülen cemaatine karşı AKP hükümetinin yanında tavır alma anlamına geldiği muhakkak.
Hükümet neden başarılı oldu?
Hükümetin, hatta bizzat Başbakan Erdoğan’ın, Gülen cemaatini genel olarak İslami hareket, özel olarak da Nurculuk içerisinde izole etmeye çalıştığı bir süredir söylenirdi. Bunun son dönemde bir spekülasyon olmadığı anlaşıldı. Erdoğan’ın bu stratejisinin büyük ölçüde başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Bunun birkaç nedeni olduğunu düşünüyorum:
1) Gülen cemaatinin siyasete örtülü de olsa aşırı ilgisi, devlet içinde kadrolaşma stratejisi Nurcular tarafından genellikle eleştiriliyordu.
2) Gülen cemaatinin alabildiğine büyümesi, Nurcular da dâhil diğer İslami cemaatleri etkisizleştirmesi, Nurcu olduğunu beyan etmemesine rağmen Nurculuğun da merkezi gibi algılanması rahatsızlık yaratıyordu.
3) Her ne kadar bazı eleştirileri olsa da Nurcuların büyük çoğunluğu AKP hükümetinden memnun. Gülen cemaatinin böylesi bir savaşa girişmesini tasvip etmeleri, hatta anlayışla karşılamaları hiç mümkün gözükmüyor.
4) Nurcular öteden beri risalelerin Diyanet tarafından basılmasını talep etmişlerdir. Bu konuda yıllar sonra ilk adım atıldı ve Said Nursi’nin aslen Arapça olarak kaleme aldığı, kardeşi Abdülmecit Nursi’nin Türkçeye tercüme ettiği İşaratü’l İ’caz adlı eseri geçen ay Diyanet tarafından basıldı. Başbakan Erdoğan da ilk basılan nüshanın ilk sayfasını “Merhum Üstadımızın arzularının yerine getirilmiş olmasının huzuru içindeyiz. Devamı niyetiyle...” diye imzaladı. Bu, Nurcuları çok memnun etti.
Sadeleştirme tartışması
5) Son olarak Gülen cemaatinin risaleleri sadeleştirilmesi sorununa değinmek şart. Said Nursi’nin eserlerinin günümüz Türkçesine kazandırılması konusunda öteden beri bir tartışma yaşanır. “Kesinlikle sadeleştirme olmaz” diyen de var, “başka dillere çevrildiğine göre neden olmasın!” diye düşünenler de. Çoğunluğun metinlere dokunulmamasından, en fazla sayfa altlarına bazı kelimelerin günümüzdeki karşılıklarının konulmasından yana olduğu söylenebilir. Fakat Gülen cemaati, diğer Nurculara danışmadan risaleleri sadeleştirmeye başladı. Nursi’nin 6 öğrencisi, Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytimur, Salih Özcan ve M. Said Özdemir, Gülen’in şahsına bir mektup yazarak bu yayın faaliyetine son vermesini talep ettiler ancak kendisinden herhangi bir cevap alamadılar.
Sonuç olarak, AKP hükümetinin, sadeleştirme başta olmak üzere Nurcu grup ve şahsiyetlerin Gülen cemaatine karşı eleştiri ve kızgınlıklarından sonuna kadar istifade ettiğini ve rakibini büyük ölçüde yalnızlaştırdığını söylemek mümkün.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.