Kimse kendisini kandırmasın. Dört kadın milletvekilinin, başörtüsü ile Meclis Genel Kurul salonunun arka sıralarına, kısmen tedirgin bir ruh haliyle gelip oturmasından sonra oluşan manzara bildiğimiz anlamda normalleşmeyi ifade edemez.
Ben de oradaydım.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dediği gibi, Ak Parti cephesinde bir zafer ya da nümayiş havası estirilmesinin önüne özellikle geçilmeye çalışılmıştı ama hiç de normal olmayan şeyler oluyordu.
Başörtülü vekillerimizin yanına gelip kafasını uzatanlar kuyruk olmuş fotoğraf çektiriyor, bir yerlerden belli belirsiz “çak” sesleri duyuluyor, tebrik tokalaşmaları bir türlü bitmiyordu.
“Öteki sosyal medyayı” hizaya getiren mesajlar, kabine üyelerinin büyük çoğunluğu salonda vs.
Bunların yaşandığı bir manzarayı normalleşme ile tarif etmek herhalde doğru olmaz.
İnandığı gibi yaşama özgürlüğünün insanlık için küçük ama Türkiye için büyük bir adımını ifade eden önceki günkü manzara normalleşme olarak tariflenemez.
Olsa olsa normalleşmeye yavaş yavaş alışma aşaması olarak ifade edebiliriz.
Üstelik biz bu sınavı ilk kez veriyor değiliz.
Leyla Zana’nın milletvekili yeminini ettikten sonra Kürtçe kurduğu birkaç cümlenin hesabını cezaevinde 10 yıl vermesini isteyen bir ülkede yaşıyoruz biz.
Peki sonra ne oldu?
Şimdi Meclis’in her yerinde Kürtçe konuşuluyor, Kürtçe basın toplantıları yapılıyor. Kürtçenin Meclis tutanaklarında, “anlaşılamayan bir lisanda konuştu” damgasını yediği günlerden bakın nerelere geldik.
Velhasıl özgürlükler konusunda hep önce ateş edip sonra nişan almadı mı bu ülke?
Normalleşme diye tarif edilmeye çalışılan sancılı süreçler hep başka sorunlar yaratmadı mı?
Başörtüsü meselesinde de öyle.
Siyasetin sınavı
Meclis’i, sadece siyasi eğilimlerin yansıtıldığı bir araç olarak kabullenme sığlığı, egemenliğin sahibinin, toplumsal tabanın ve toplum gerçeğinin ta kendisi olduğunu içselleştirememe sorunu bizi bu noktalara getirdi.
Örneğin yüzde 10 barajında ısrar çarpıklığının bundan ne farkı var?
Bu nedenle, normalleştik mi normalleşmedik mi tartışmasını yapmadan önce, dört kadın milletvekilinin, Meclis çalışmalarına bundan böyle baş-örtüleriyle katılacak olmalarının verdiği fırsatı siyasilerimizin nasıl değerlendireceklerine odaklanalım.
Bunun için önlerinde altın bir fırsat var.
Seçim kervanı yola çıkıyor. İlk durak 30 Mart.
Bakalım seçim kampanyalarında, miting alanlarında, televizyon ekranlarında, kadın milletvekillerinin başörtüleriyle Meclis’te artık rahatça çalışabilmelerinin açtığı yolu nasıl döşeyecekler?
“Başörtüsüne özgürlük” sloganından, “baş-örtüsü” kelimesini çıkarıp yerine neleri koyabilecekler?
Ak Parti, bunun bir zafer olmadığını nasıl anlatmayacak?
Ve yeni CHP bunun bir yenilgi olmadığını nasıl anlatacak?
Başörtüsü siyaset aracı olmaktan çıkabilecekse ona normalleşme diyorum.
Ben, Ak Parti milletvekilleri Nurcan Dalbudak, Sevde Kaçar, Gönül Bekin Şahkulubey ve Gülay Samancı’nın; Meclis kürsüsünden çatır çatır konuşurken, O’nları dinleyenlerin, başlarında örtü olduğunu fark etmediği duruma normalleşme diyorum. Normalleşmeyi hiç vakit kaybetmeden normalleştirelim diyorum.
CHP ve o tişört
Son bir söz CHP ve Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz için.
CHP’nin, laiklikle ilgili kaygılarını sadece türban karşıtlığına indirgeme ısrarından vazgeçme çabası övgüye değer.
Bu konuda geçmişte yaşanan kutuplaşmasının, kime yararsa yarasın CHP’ye yaramadığı görülmüşe benziyor. CHP ile dindar toplum kesimleri arasındaki makasın daha çok açılmaması gerektiği tespiti de gayet gerçekçi.
İtirazım, CHP’li Dilek Akagün Yılmaz’ın önceki gün protesto için giydiği tişörte.
Üzerinde kalpaklı Atatürk ve Türk bayrağı baskısı olan bir tişört giymişti Yılmaz.
Başörtüsünün karşısında Türk bayrağı ve Atatürk! Bu karşıtlık ilişkisinde sorun var.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.