Eğer demokrasi öncesi ile demokrasi arasında doğrusal bir geçiş olduğuna veya parçalı değişimlerin bir sinerji yaratarak niteliksel bir dönüşüm üreteceğine inanıyorsanız, demokrasi sorunsalı sizin için basit bir konudur.
Gerekli reformları yapar, hukuk devleti kurallarını yerleştirir, temel hak ve özgürlükleri anayasaya koyar, yargı bağımsızlığını sağlar ve demokrasi olursunuz. Ne var ki tarihsel deneyim demokrasi öncesi bir evrede bulunan toplumların sadece bu reformları yaparak demokrasi olmakta çok zorlandıklarını, halen yaşanmakta olan örneklerle ortaya koyuyor. Söz konusu adımlar çoğunlukla iyi niyetle atılıyor ama bir süre sonra hâlâ aynı yerde sayan bir ülke ile karşılaşıyoruz. Bunun nedenlerinden biri muhakkak ki demokrasinin önünde önemli bir direnç olmasıdır. Özellikle önceki dönemin vesayetçi yapıları, imtiyazlı kesimleri ve bürokratik sınıfları hemen her zaman demokrasiden tedirginlik duyar ve engellemek üzere direnebilirler. Çünkü demokrasi dendiğinde kaçınılmaz olarak imtiyazsızların söz sahibi olmasını ve siyasetin bürokratik güçler karşısında özerkleşerek karar mekanizmasını ele geçirmesini anlarız.
Ancak ikinci bir neden daha vardır ve birçok ülkenin ‘demokrasi tuzağına’ yakalanmasının nedeni de budur. Demokrasiye açık bir dirençle başa çıkmak genelde daha kolaydır. Çünkü bu direnç nihayette görünür olur ve eski imtiyazları savunmaktan kaynaklanan meşruiyet kaybını izale etmekte zorlanır. Ama ya toplumun bir veya bazı kesimleri demokrasiye geçiş sürecini kendi lehlerine kullanma gücüne ve yeteneğine sahiplerse? Diğer bir deyişle ya demokratik idealler, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi unsurlar kendiliğinden toplum içinde belirli bir zümreyi geleceği inşa etme ve yönetme konusunda ‘imtiyazlı’ hale getirirse? Bu durumun en bariz örneği muhakkak ki bizzat iktidarda olan siyasi hareketin kendisidir. İktidar partisi demokrasi öncesinden demokrasiye geçişte kendi hükümranlığını sağlamlaştırma ve kalıcı kılma yolunu seçebilir ve bunu zorlayabilir. Bunun en basit yolu yargıya kendi adamlarını sokmak ve siyaset ‘oyununun’ hakemliğini de kendi üzerine almaktır. Böylece demokrasiye geçilmiş gibi olur ama aslında ülke latent bir diktatörlüğe geçerek o rejimi yapısallaştırır.
Tabii bu durumun bir başka versiyonu da düşünülebilir… İktidarın bir güç koalisyonuna dayandığı durumlarda, bu koalisyonun bir kanadının da böyle bir hedefi benimsemesi mümkündür. Hatta iktidarın dışında kalmış olan ancak yargı bürokrasisi üzerinde etkili olma potansiyeli taşıyan bir kesimin varlığını da tasavvur edebiliriz. Önemli olan soru şudur: Eskiyi yıkan reformlar yapıldığında, demokrasi için hayati önemde olan yargı kurumu nasıl oluşacak ve geleceğe nasıl taşınacak? Bu sorunun cevabı ‘hukuk devleti’ falan değildir… Çünkü ‘hukuk devleti’ ancak bu geçişi doğru yaparsanız, yani toplumsal ve siyasi dinamiği doğru yönetebilirseniz ortaya çıkar. Dolayısıyla sorunun cevabı ancak toplumsal dengeler ve aktörlerin zihniyet yapısı üzerinden cevaplandırılabilir. Eğer yargıyı kontrol altına alması muhtemel olan aktör (her kim olursa olsun) demokrat bir zihniyete sahip değilse, ne kadar reform değişikliği yaparsanız yapın demokrasiyi yerleştiremezsiniz. Bu noktada liberal bir bakış hiçbir şekilde yeterli olmaz, çünkü var olan güç dengesini görmezden gelerek ‘ideal’ eşitlikler üzerinden kurulacak her sistem gerçekte güçlü olan lehine netice verecek ve hayali ideali bozacaktır.
Demokrasiye geçişte en önemli husus yargının zihniyetidir… Ve bu açıdan bakıldığında otoriter, ataerkil veya oportünist bir yapılanmanın esas olarak birbirinden çok büyük bir farkı yoktur. Çünkü bunların her biri gücün dağılımı karşısında ‘kör’ ve eşitlikçi olması gereken yargıyı bir taraf haline getirecek, üstelik de bu durum ‘demokrasi’ kılıfı altında sunularak bürokratik temelli iktidara meşruiyet sağlayacaktır.
Bugün etrafta ‘hukuk devleti’ klişesini tekrarlayarak demokrasi havariliği yapanların söz konusu meseleyi anladıkları son derece şüphelidir. Demokrasi öncesinde atılan her demokratik adım muhakkak ki olumlu etkiler yaratır. Ama siyasetin genel niteliğini dönüştürebilmek ve kendini yeniden üreten bir demokrasi zemini yaratmak çok farklı bir bilinci ve ciddiyeti gerekli kılıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.