Mütercim aydın ya da Cemil Meriç'in tanımlamasıyla müstağrip aydın olmak ya da muzdarip aydın olmak...
Bu kategorilerin içinde hangisine aidiz. Türkiye tarihinin son yüzyılına damgasını vuran doğu-batı çatışması, mütercim aydınların batıdan tercüme ettikleri fikirler üzerine kurulup yükselmiş. İstisnalar olsa da mütercim aydınların fikirleri Türkiye'yi şekillendirmiş. Bugün bunun tam tersi bir aydın tipine ihtiyacımız var. Kemal Tahir gibi muzdarip aydın tanımı ile tanımlayabileceğimiz. Hem kendisi hem de tarih ile hesaplaşmayı teşvik eden, tarihi yatay ve dikey okuyabilen, resmi söyleme tersinden bakabilen.
Türkiye bugün geldiği yol ayırımında militer demokrasi kadar mütercim aydınların çizdiği Türkiye profilinden de hızla uzaklaşmalı. Eğer Cumhuriyetin paradigmaları değişiyor, militer demokrasi güç kaybedip parlamenter demokrasi yükseliyorsa yeni paradigmaları tercüme fikirlerle oluşturmamak gerekiyor. Çünkü ile cümleye devam ederken muzdarip aydın tanımının en iyi yakıştığı isimlerden birisi olan Kemal Tahir'den bir alıntı yapmak istiyorum. Kemal Tahir, Cumhuriyet'in mütercim aydınlarının projesi olan köy enstitüsü deneyimini eleştirirken bir zihniyeti de analiz eder. Köy gerçeğini tanımadan 'Köy Enstitüleri'ni kuran anlayışı eleştirir. Romanın kahramanlarından Müfettiş Şefik'in şu sözleri konuyu şöyle özetler: "1908'lerde bu konu tıpkı böyle konmuş... O zaman Bulgar köy okullarıyla onların ülkücü öğretmenlerini görmemizle ağızlarımızın suyu akmış. 'Köyleri canlandırıp çalıştıracak köy okullarıdır.' fikrine kim 'olmaz' derse mürteci, vatan millet haini damgasını vuruyorlardı. Çok arandı köyü ihya edecek okul tipi. Sonraları anladım ki, böyle saman alevi gibi parlayışlarımız hep kolaya kaçma huyumuzdan. (...) Köye bir bina yapıp bir öğretmen göndererek bütün zorluklardan kurtulmak. Aklı erenler, 'olmaz böyle şey!' dediler. (...) .. İnkılâpçılar bilmiyorlardı ki, köyü yaşatacak olan okul değildir, okulu yaşatacak olan köylüdür... Öyleyse, 'Köylü bizden nasıl bir okul istiyor?' diye düşünmeliyiz. Yoksa hükümet zoruyla kurulan okul da, mekanik olarak dıştan kurulan bir müessese gibi, dayanak noktası bulamaz, er geç batar."
Bunları okurken demokrasiyi yaşatacak olanın mütercim aydınlar değil halk olduğu gerçeğini unutmamamız gerektiğini düşündüm.
LOCADAN
Ramazan ayı insanın kendisi ile hesaplaşmasının en iyi zamanıdır. Bu nedenle bu sefer sözüm öncelikle kendime ve dindarlara ve başörtülü kadınlara...
İyi yemek, iyi yaşamak, iyi giyinmek herkesin en doğal ve en helal talebi ve hakkı. Bunların ne ve nasıl olacağına karışmaya kimsenin hakkı olmadığına inanırım. Ayrıca herkesin rızık ve nasibinin farklı olduğuna iman etmiş birisiyim. Ancak imkânlarımız çerçevesinde kaliteli yaşamak ile Allah'ın sevmediği işlerden birisi olan şatafat gösterişi ayıran bir sınır var. Sınır nerede başlar nerede biter ayırt etmek çok zor, hele de bugün! Eski Kudüs çarşısındaki Filistin ve İsrail tarafını ayıran taş gibi. Bir adım ötesi başka bir iklim ve kültürdür artık.
İyi marka başörtüsü takmak başka, başörtüsü markasını kocaman arkaya getirerek taşımak başka, iyi giyinmek başka, marka çantaları yaşam standardını teşhir etme aracı olarak görmek başka. Başörtüsü gibi kendini teşhire mani olmayı mana olarak taşıyan bir dini emri uygularken bir teşhir nesnesi gelmek, bunu da fiyatları ile gösteriş sınırını aşan marka giysilerle yapmak, bunu da kaliteli yaşam olarak kabul etmek hesaba değer bir konu değil mi?
TRAFİK CEZAM
Trafik kurallarının ihlallerinin sonuçlarını biliyoruz. Ancak trafik kanununda öyle maddeler var ki bazen uygulanıyor bazen uygulanmıyor ve hatta çoğunlukla uygulanmıyor. Uygulamayan ise yine trafik memurları.
Bugün böyle bir madde (30-1B) nedeni ile ceza yedim, hem de çifte standart içeren bir tutum ile. Meğer araçlarda filtreli cam yasakmış. Çok uzun süredir araba kullanırım ilk defa bu uygulama ile karşılaştım.
Şu anda kullandığım araç bir kiralama şirketine ait. Aracın yan camları filtreli geldi. Bu arada trafik ile de birçok kez yolumuz kesişti, hiç kimse camlara dair hiç bir uyarıda bulunmadı. Bugün sabah trafik memurunun ceza sebebini uzun süre anlamakta zorlandım. Sonra filtreli camların araç muayenesinden geçerken hafif kusurlu olarak geçtiğini, ama trafikte trafik memurunun canı isterse bu konuda ceza kesebileceğini, ama genellikle kesilmediğini öğrendim. Bana rastlayan memur ceza kesmeyi uygun gördü. İsyan ettiğim nokta ise bu kadar yaygın bir uygulamaya, bu yasaya rağmen nasıl izin veriliyor. Bu kural uygulanmayacaksa niye çıkıyor. Cezaların da bir cirosu var, o cironun doldurulması gereken zamanlarda trafik kurallarının bazılarının devreye sokulduğunu bilsek de bu doğru mudur? Kaldı ki o kadar çok araç camında filtre var ki. Özellikle makam araçlarının hepsi filtreli. Bu çifte standartlı, keyfi ve imtiyazlı duruma isyan ediyorum. Her şeyden önce eğer yasaksa öncelikle bütün makam arabalarından kaldırılmalı. Yok, serbest ise de herkese serbest olmalı, trafikte geçiş üstünlüğü bir derece kabullenilebilir ama trafik kurallarında çifte standart demokratik standartlarımızı yükseltme iddiası ile birlikte kabullenilemez.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.