• BIST 9883.64
  • Altın 2954.659
  • Dolar 34.7445
  • Euro 36.5021
  • İstanbul 10 °C
  • Diyarbakır 5 °C
  • Ankara 4 °C
  • İzmir 10 °C
  • Berlin 5 °C

Mülkün asıl sahibi...

Cihan Aktaş

Takva, rıza, tevazu... Salih amel bu üç kavramı gerektiriyor. Rıza olmadan ne adalet gerçekleşir, ne de barış. Allah’a karşı sorumluluk bilinci olarak takva, hayırlı işler alanında mümini daima teyakkuz halinde tutar. Tevazu ise süfli, hırpani ve de paspal bir hali yansıtmaz asla. Kendinde var olan değeri, ayrıcalıklı kılan şeyi ya da, kibirlenmeden, büyüklenmeden, yerine göre sunma niyetinin ifadesidir, tevazu.

Genç kız başını örtüyor, ama takva alanında henüz olgunlaşma yoluna girmediği için abartıya kaçıyor ola ki... Böylece ortaya kısa yoldan “yozlaşma” emaresi sayılan manzaralar çıkıyor. Rıza yoksunluğu bir başına zaten sadece “zulüm” koyuyor ortaya.

Rıza yoksunluğunun ortaya koyduğu zulme hayatın her alanında rastlamak olası. Devlet tarafından el konulmuş azınlık mallarının sahiplerine iade edilmesine dair kanun hükmündeki kararname, rızaya dayalı olmayan muamelenin geçen zaman içinde biriktirdiği âhlara bigâne kalmayan vicdanın eseri.

En fazla nerelere kadar gidebiliriz peki, bir hakkın iadesi konusunda... Rivayetin merdud hadis olmaya meylettiği noktada tevazu haline çekilip yeni bir adım için düşünmemiz beklenebilir. Afro-Amerikan Müslüman Gine’ye dönme planından önce Amerika’daki aidiyet açığını çözümlemeli mesela. New York’ta İkra Mescidi’nin Malcolm X ifadeli imamı Halil Abdur-Raşid, “ Siz Orta Asya’ya gidip yerleşmeyi düşünür müsünüz? Düşünmezsiniz muhtemelen” diyerek cevaplandırmıştı sorumu.

Özür, helalleşme, hakların iadesi... Hazreti Fatıma’nın “Fedek bağları mirası” küskünlüğü mal mülk heveskârlığından ibaret değildi elbet. Tarkovski kahramanları dağınık varlıklarını terk edilmeye zorlanılmış ocağa doğru yoğunlaştırarak toparlamayı umarlar, memleket topraklarında bile. Nâzım Hikmet benim için her şeyden önce Varna önünden geçip Boğaz’a doğru ilerleyen vapuru okşarken yanan ellerini anlatan mısraların şairidir. Ancak işçi sınıfının düzeni adına ana-ata ocağını terketmeye zorlanan Sibirya sürgünleri için yazmadıkları nedeniyle de eksiktir bir yanıyla...

Kaddafi evi olmayan vatandaşının bulduğu boş eve yerleşebileceğini belirtmişti Yeşil Devrim’i sırasında. Söz konusu ettiği kabile/aşiret yapısını muhkemleştiren şaibeli bir başlangıçtı olsa olsa. Zulümle abad olunmuyor.

Bakü’de yaşadığım yıllarda, el konulup ikiye bölünmüş taş binaların sonradan tutturulmuş derme çatma merdivenlerini ihtiyatla tırmanarak hedeflediğim kapıya ulaşırdım. Profesör arkadaşım Elmira Süleymanova’nın evine bir tür pencere/kapıdan girerdim, ana kapı başkasının payına düşmüştü... Petrol kuyuları birbiri arkasına açılırken zengin olan o kadar ihtişamlı bir şekilde zengin, yoksul olan o denli acıklı bir şekilde yoksul görünüyordu ki, sosyalist yazar Cafer Cabbarlı duyarlığıyla yeniden başa, ilk kelimeye dönülmesi kaçınılmazdı sanki. Oysa geriye dönüşün yollarını kat etmek özellikle kul hakkı mevzubahis olduğunda, alabildiğine özenli olmayı gerektiriyor.

İran Devrimi’nin ilk yıllarında da kaçak muhaliflerin devrim adına el konulan evlerine, iş yerlerine muhacirler, evsizler yerleştirildiler. Devlet bazen bir şehrin ortasında spekülatif amaçlı olarak nadasa terkedilmiş bina ve arsalara da el koydu, ancak zaman içinde bu alanda sürdürülen tartışmalara binaen bu ev ve arsaları sahiplerine iadeye başladı devlet, iade edilemezlerin maddi bedelini ödeme yolunu tuttu.

Esasında devrim karşı devrimcilere bile hakla adaletle, zulümle barışla ilgili değerleri öğretmelidir, teorisiyle değil, pratiğiyle de... Hatıralar da bir mülkün sahipliğini belirlemede pay sahibi sayılmalı. Bir ülkede doğdunuz, o ülkeyi, yaşadığınız şehri, yıllarca oturduğunuz evi canla başla benimsediniz. Söz önceliğiniz olabilmeli yeniden yerleşme, yerleştirmelerde.

Çocukluğumun evi, iki katlı ahşap bina, seferberlik sırasında toprağını terke zorunlu kalan Rumlara aitti. Hayatımın sonraki döneminde bir çırpıda saymakta zorlanacağım kadar çok ev değiştirdim. Kendimi ait saydığım, sadece çocukluğumun evi. Hayal kurmayı bana öğreten evdi o, bodrumu, kileri, balkonu, tahta merdivenleri, bahçesi, yol üzerindeki kürünlü çeşmesiyle.

Eski tahta kapısını çok sevdiğim için de, yıllar sonra Yunanistan’dan gelip geçmişinin izlerini arayan bir grup insanın elleriyle o tahta kapıya dokunurken kapıldıkları elektrik çarpması sadece izlerken bile sarsmıştı benliğimi, çocuk yaşımda.

Hükümet azınlık vakıflarının taşınmazlarının iadesine dair düzenlemeyle yanan ellerin sızısını dindirmede önemli bir adım attı. Elbet bu bir başlangıç. İnsan emeğine, terine ve hatıralarına saygılı, kul hakkını her türlü kazanımın üstünde tutan hakkaniyetli bir yaklaşımla bu alanda olabildiği kadar gerilere uzanmak, büyük bir ilerleme gerçekleştirmek anlamına gelecek.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89