Siyasetçiler dünyanın hiçbir yerinde “ilkelere yüzde yüz” sadık insanlar olarak bir tutarlılık sergilemezler, şartlara göre değişmeye yatkındırlar, bazen bir gün önce söylediklerinin ertesi gün tam tersini söyleyebilirler, zikzak çizebilirler, esnek davranırlar, belki de böyle davranmaları gerekir.
Ama bu fazlasıyla esnek tutumun, ülkeyi bir yandan bir yana fırlatacak bir kaosa ve keyfiliğe dönüşmemesi için çok sağlam ve asla değişmez “ilkesel” bir zeminin üstünde durmak zorundadırlar.
O ilkesel zeminin sağlamlığı, değişmez kurallar bütünlüğü, siyasetçilerin “küçük ilkesizliklerini” toplumun ve siyasetin taşıyabilmesini sağlar.
O temel ilkelerden biri “asker-siyaset” ilişkisidir.
Yeryüzünün gelişmiş hiçbir toplumunda “asker siyasete karışamaz” ilkesi esnemez, yöneticinin çıkarlarına göre değişmez.
Başbakan Erdoğan da bir siyasetçi, ondan her konuda tutarlılık, ilkesellik bekleyemeyiz belki ama “asker-siyaset” ilişkisinde ilkesiz davranması bu toplumu altüst eder, askeri siyaset dışına çıkarabilmek için verilen mücadeleleri alır en başa taşır.
Orduyu, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ile yazar Bekir Coşkun sert biçimde eleştirdi.
Eleştirileri çok gerici, darbeci eleştirilerdi, orduyu artık darbe yapmadığı, halkın iradesiyle işbaşına gelen siyasetçilere saygı gösterdiği, disiplinli davrandığı için aşağılıyorlardı.
Bu eleştirilere cevap verecek olanlar, siyasetçiler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları, vatandaşlar, okuyuculardı.
Herkesin buna cevap vermeye hakkı vardı.
Buna cevap veremeyecek tek kuruluş orduydu.
Ordu, sivillerle polemiğe giremez, ordunun silahı var ve silah ona tehdit etme gücü veriyor.
Silahı olan, silahsız insanlar arasındaki tartışmaya katılamaz.
Karışırsa, silahsızlar arasındaki dengeyi bozar.
Ordunun sivillere karışmasına, tepki göstermesine, tehdit etmesine, “tahammül ediyoruz” türünden sözler kullanmasına, aşağılamasına göz yumduğunuz vakit, ordunun bir dahaki sefere kimi tehdit edeceğini bilemezsiniz.
Eğer Başbakan Erdoğan, ordu hiçbir açıklama yapmadan önce çıkıp konuşsaydı, darbe yapmadığı için orduyu aşağılayanları kınasaydı, eleştirseydi, görevini yerine getirmiş bir siyasetçi olurdu.
Ama ordu “muhtırayı” verdikten sonra ordunun o tavrını ve muhtırayı desteklemek, ordunun önünden değil “arkasından” gitmek, onu, “temel ilkeleri” çiğneyen ilkesiz bir politikacı yapıyor.
Bu ilkesizlik tehlikelidir işte.
Bu kadar önemli bir ilkeyi kendi siyasi çıkarı için çiğneyen bir siyasetçinin bir dahaki adımda ne yapacağını bilemezsiniz.
Başbakan’ın bu kadar ciddi bir konudaki ilkesizliğine toplum bir set çekemezse, yarın bir gün herkes bunun faturasını ağır biçimde öder.
İşinize geldiğinde “orduya” göz yumarsanız, işinize gelmeyecek olaylarla karşılaşırsınız.
İlkeler, işte öyle olaylar olmamasını güvenceye almak için vardır.
Gelişmiş ülkelerde toplum ve siyaset öyle olaylarla karşılaşmamayı garanti etmek için o ilkelere dört elle sarılır.
Başbakan, muhtıraya destek verdiği konuşmasında sanata da geniş bir yer ayırdı.
Türkiye’de mitinglerde sanat konuşulması aslında hoş bir gelişme bence.
Erdoğan, muhafazakâr kesimin “bu Kemalist aydınlar bizi hep hor gördü, şimdi onlara günlerini göstereceğiz” öfkesini alabildiğine sömürmek ve önemli olayları bu kavganın arkasına gizlemek için sanat meselesine giriyor ama gene de sanatın böylesine geniş kesimler tarafından konuşulması, sanatın toplum gündemine girmesi iyi ve olumlu bir gelişme bence.
Erdoğan’ın sanatla ilgili sözlerine gelince...
Bilmiyorum bu düzeydeki sanat yorumunu ciddiye almak gerekiyor mu, sanırım gençler epey dalga geçecektir Başbakan’ın söyledikleriyle.
Benim dostane tavsiyem, Başbakan’ın “muhafazakâr entelektüellerle” biraz ahbaplık etmesi olacak.
Muhafazakâr kesimde çok parlak sanatçılar, çok donanımlı aydınlar var, madem bu sanat konularında konuşmak istiyor, onlardan randevu alsın, onlarla görüşsün, buluşsun, sohbet etsin.
Biraz derinlikli konuşmanın, sanatın ne olup ne olmadığını gerçek sanatçılardan dinlemenin zararı olmaz, yararı olur.
“Bunlar sanatı sanat için yapıyorlar” türünden yüz yıl öncede kalmış lafları kemal-i ciddiyetle söylemenin bu çağda epeyce tuhaf kaldığını öğrenir.
Bir de, geçen yüzyıldan kalmış bir “ulusalcı” gibi “bunlar Tanzimat’tan beri böyleler” diyerek Tanzimat’ı da aynı bizim Kemalistler gibi küçümseyen bir yaklaşımı var; Tanzimat çok önemli bir adımdı, bu toplumun ilk demokratikleşme hareketiydi.
Bilmeden küçümseyeceğine, ne olduğunu öğrenip sahip çıkması daha yararlı olur bence.
Erdoğan gittikçe daha fazla ulusalcı Kemalistlerin çizgisine kayıyor, orduyla ilişkilerinde ilkesiz davranıyor.
Bundan siyasi bir çıkar umuyor herhalde ama böyle giderse değişimini sağlamakta büyük rol oynadığı bu toplumun epey gerisinde kalacak.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.